bilgi güçlendirir

noam chomsky marksist 'kuram'

KADIN: Noam, “öncü” fikri dışında, genel olarak bütün daha geniş Marksist analiz kategorisini neden bu kadar eleştirdiğinizi -üniversitelerdeki insanlar ve kendilerinden “Marksist” olarak söz edenler gibi- merak ediyorum. Hiçbir zaman ondan çok hoşnut olmadığınızı fark ettim.
NOAM CHOMSKY: Pekala, Marksizm ile ilgili bana çekici gelmeyen tek şeyin böyle bir şeyin var olması fikri olduğunu tahmin ediyorum. Daha çarpıcı olan olgu ise şudur ki; bilimde “Marksizm” gibi şeyleri bulmazsınız -fiziğin diyelim “Einsteincılık” ya da “Planckçılık” ya da benzeri şekilde adlandırılan hiçbir bölümünün olmaması gibi. Bu hiçbir anlam ifade etmez - çünkü insanlar tanrı değildir: Onlar sadece şeyleri keşfeder ve hatalar yaparlar, ve onların mezun öğrencileri onlara neden hatalı olduklarını söylerler ve sonra onlar devam eder ve bir dahaki sefere daha iyisini yaparlar. Ancak, etrafta tanrılar yoktur. Demek istediğim, bilim adamları “Newtonculuk” ve “Darwincilik” terimlerini kullanırlar ancak hiç kimse bunları bir şekilde sadık kalınmak zorunda olunan öğretiler olarak düşünmez, ve hiç kimse üstadın düşündüklerini çözmek ve yeni koşullarda ne diyeceğini anlamak zorunda değildir. Bu türden bir şey rasyonel varoluşa tamamen yabancıdır, sadece irrasyonel alanlarda ortaya çıkar.
Marksizm, Freudçuluk: Bunların her birinin irrasyonel bir kült olduğunu düşünüyorum. Onlar teolojidir[1] , dolayısıyla onlar, teoloji dendiğinde aklınıza ne geliyorsa odur; bundan daha fazla bir şey olduklarını düşünmüyorum. Aslında, benim görüşüme göre bu tamamen doğru bir analoji: Marksizm ve Freudculuk gibi kavramlar örgütlü dinin tarihine aittir.
Dolayısıyla, benim sorunumun bir parçası bizzat onun varlığıdır: Bana öyle geliyor ki “Marksizm” gibi bir şeyi tartışmak bile zaten bir hatadır. Tıpkı “Planckizm”i tartışmadığımız gibi. Neden tartışmıyoruz? Çünkü bu çılgınlık olur. Planck’in (Alman fizikçi) söyleyecek bazı şeyleri vardı ve onlardan bazıları doğruydu ve bunlar yeni bilime katıldı ve onlardan bazıları yanlıştı ve bunlar geliştirildi. Bu Planck’in büyük bir adam olmadığı anlamına gelmez- büyük keşiflerin her türlüsünün, çok zekice olanlarının da öyle ya da böyle hataları vardır. Ben, ona bakmamız gereken yolun gerçekten bu olduğunu düşünüyorum. “Marksizm”, “Freudculuk” ya da herhangi bir şeyin inancını yerleştirdiğiniz anda rasyonaliteyi zaten terk etmiş oluyorsunuz.
Bana öyle geliyor ki, rasyonel bir insanın sorması gereken soru Marx’ın çalışmalarında korumaya ve değiştirmeye değer olanın ne olduğu ve neyin terk edilmesi gerektiğidir. Tamam, daha sonra bakarsınız ve bir şeyler bulursunuz. Marx’ın, on dokuzuncu yüzyıl tarihi üzerine bazı çok ilginç betimleyici çalışmalar yaptığını düşünüyorum. O çok iyi bir gazeteciydi. Hindistan’daki Britanyalıları ya da Paris Komünü’nü (Fransız işçilerinin 1871’deki 70 günlük devrimi) betimlemesi ya da Kapital’in endüstriyel Londra’dan bahseden kısımları, bunların birçoğu ilgi çekecek türdendir - daha sonraki bilimin bunu geliştirdiğini ve değiştirdiğini düşünüyorum, ancak bu oldukça ilginçtir.
Marx’ın soyut bir kapitalizm modeli vardı –size hakikati söylemek gerekirse bunun ne kadar değerli olduğu konusunda emin değilim. Soyut bir modeldi ve her soyut model gibi gerçekten, detayda betimsel olarak eksiksiz olacak şekilde tasarlanmamıştı, bazı önemli özellikleri çekip çıkarmak ve onları araştırmak üzere tasarlanmıştı. Soyut bir model söz konusu olduğunda da onun, karmaşık gerçekliği ne kadarıyla gerçekten yakaladığını sormak zorundasınız. Bu durumda bu kuşkuludur –her şeyden önce on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmini ne kadar yakaladığı kuşkuludur ve bence geç yirminci yüzyıl kapitalizmini de ne kadar yakaladığı kuşkuludur.
Kanunların olduğu varsayılır (yani tarihin ve ekonominin kanunları). Onları anlamıyorum, tüm söyleyebileceğim bu; peşinden gideceğimiz herhangi bir kanun varmış gibi gelmiyor bana. Daha iyi kanunlar bildiğimden değil, sadece tarihteki “kanunları” bildiğimizi düşünmüyorum.
Marks’ta sosyalizm hakkında hiçbir şey yoktur, o sosyalist bir felsefeci değildi –Marks’ın tüm çalışmalarında sosyalizme ilişkin olan yaklaşık beş cümle vardır. O kapitalizmin kuramcısıydı. En azından onun, her sağduyulu insanın öğrenmesi ve kullanması gereken, sınıf ve üretim ilişkileri gibi bazı ilginç kavramlar ortaya koyduğunu düşünüyorum.
KADIN: Diyalektik?
N.C.: Diyalektik, aslında hiçbir zaman anlamadığım bir kavram, kelimenin ne demek olduğunu bile anlamış değilim. Aklıma gelmişken, bu kelimeyi Marx kullanmıyor Engels kullanıyor. Bunun ne olduğunu bana anlatabilecek olan biri varsa çok mutlu olurum. Demek istediğim, "Diyalektik" ile ilgili her türlü yazıyı okudum, hala hakkında bir fikir edinebilmiş değilim. Karışıklık, alternatif konumlar, değişim gibi anlamlara geliyor sanki, bilmiyorum.
Size dürüstçe hakikati söyleyeyim: Bu tür şeyler konusunda çok cahilimdir. Ne zaman dört heceli bir kelime duysam şüpheye düşerim çünkü onun gerçekten tek heceyle söylenip söylenemeyeceğinden emin olmanızı isterim. Unutmayın, entelektüel misyonun bir parçası da, elbette, sizin için özel bir konum oluşturmaktır ve eğer herkes sizin bahsettiğiniz şeyi anlayabiliyorsa siz aslında kaybolmuşsunuzdur. Çünkü artık sizi özel kılan nedir ki? Sizi özel kılan, anlamanız için gerçekten sıkı bir çalışmayı ve iyice kavramayı gerektiren çalışmadır ve her önüne gelen o çalışmayı anlayamamalıdır. Bu kesinlikle ayrıcalığınız ve gücünüz için ana prensiptir.
Öyleyse, “edebiyat teorisi” denen şeyi ele alalım. Edebiyat “teorisi” diye bir şeyin olduğunu düşünmüyorum, kültür “teorisi”nin ve tarih “teorisi”nin olmadığı gibi. Sadece kitap okuyor, onlar üzerinde konuşuyor ve insanların bunları anlamasını sağlamaya çalışıyorsanız; tamam bunda tıpkı Edmund Wilson gibi mükemmel olabilirsiniz -fakat Edmund Wilson bir edebiyat teorisine sahip değildi. Diğer yandan quarks[2] hakkında konuşan bir fizikçiyle aynı odada bulunmak istiyorsanız siz de kimsenin anlamayacağı karışık bir teoriye sahip olsanız iyi edersiniz: Onun kimsenin anlayamayacağı derecede karışık bir teorisi varsa, niye benim de kimsenin anlayamayacağı derecede karışık bir teorim olmasın? Biri, bir tarih teorisiyle ortaya çıktığında da aynı şey söz konusudur: Ya herkesçe kabul edilmiş hakikatler konuşulacak ya da bazı zekice fikirler öne sürülecektir, örneğin birisi şöyle diyebilir: “Neden Anayasanın arkasında yatan ekonomik faktörlere bakmıyoruz" -ama burada tek heceyle söylenemeyecek bir kelime olmayacaktır.
Doğa bilimlerinin dışında, tek heceyle söylenemeyen şeyler bulabilmek gerçekten çok zordur: Sadece üretilmesi ve anlaşılması çok zor, ilginç ama basit fikirler vardır. Mesela, modern sanayi ekonomisinin nasıl geliştiğini anlamaya çalışmak isterseniz, bu çok çalışma gerektirecektir. Fakat "teori" sözcüğüyle; ilk baktığınızda aşikar olmayan ilkeleri olan, ama zamanla bu ilkelerden şaşırtıcı sonuçlar çıkarabileceğiniz ve ilkeleri teyit edebileceğiniz bir şeyi kastediyorsanız, "teori" demek oldukça cılız kalacaktır -sosyal dünyada bunun gibi herhangi bir şey yoktur.
Aklıma gelmişken, siyasi yazılarımın hem sağ hem sol tarafından teorik olmamakla eleştirildiğini söylemeliyim –ki bu tamamıyle doğrudur. Aslında o yazılar en az herkesinki kadar teoriktir; ben sadece onları "teorik" olarak adlandırmam, "sıradan" olarak adlandırırım -ki gerçekten de öyledirler. Demek istediğim, çalışmaları "derin teori" olarak değerlendirilen bu insanların bazılarının söyleyecek ilginç şeyleri olmadığı değil. Genellikle söyleyecekleri çok ilginç şeyler vardır. Ancak lise seviyesindeki bir öğrenciye söyleyemeyeceğiniz ya da zamana, desteğe ve biraz eğitime sahip bir lise öğrencisinin anlayamayacağı hiçbir şey yoktur.
Entelektüel yaşam, açık olmayan yapılar oluşturduğunda insanlar son derece şüpheli olmalılar-çünkü işin gerçeği şu ki yaşamın çoğu alanında hiçbir şeyi çok iyi anlamıyoruz. Kuantum fiziği gibi, sahtekar olmayan bazı alanlar var; ama çoğu zaman sahtekar oluyor. Teoriler şeklinde anlatılan onca şey aslında gayet basit bir şekilde anlatılabilir. İşte bu yüzden ne zaman "diyalektik" veya " hermeneutics[3]" gibi dolambaçlı kelimeler türese, Goering gibi "tabancama uzanırım".
ERKEK: Diyalektik kelimesini anlamamanızı çok pekiştirici buluyorum, bu bir şekilde beni doğruluyor.
N.C.: Ben hiçbir anlamı yok demiyorum -insanları bu terimi kullanırken görüyorsunuz ve insanlar iletişim kuruyor gibi görünüyor. Fakat bu, benim Türkçe konuşan insanları izlemem gibi bir şey: Bir şeyler süregidiyor ama ben bunun bir parçası değilim.
Aslında, diyalektiği anlamamam konusunu röportajlarımda zaman zaman dile getirdim ve insanlardan "Anlamıyorsanız, işte diyalektiğin ne olduğu" -gerek anlaşılmaz gerekse basit- diyen uzun mektuplar alıyorum. Belki de bende eksik bir gen vardır –ses perdesi farkını algılayamayan insanlar gibi; onlar müziği duyamazlar. Bu alanlarda karşılaştığım her şey, ya çok ilginç ve ilk gördüğünüzde bile oldukça açık -belki ilk bakışta görmemişsinizdir de birileri size göstermek zorunda kalmıştır- ya da çok anlaşılmaz oluyor
Şüpheciyim;bir şeyi anlamadığınızda şüpheci olmaya hakkınız vardır diye düşünüyorum. Yani diyelim Kuantum elektrodinamiğiyle ilgili bir yazıya göz attığımda yazının bir tek kelimesini bile anlamam. Fakat anlayabilmem için ne yapmak zorunda olduğumu bilirim ve anlayabileceğim için, içim oldukça rahattır - başka çetrefilli konuları anlayabilmiştim. Eğer, bu bilim dalında kendimi harekete geçirirsem ve eski ve yeni çalışmaları araştırırsam sonunda onu anlayacağım noktaya varacağımı düşünüyorum. Veya Fizik Bölümü'ne gidip oradaki birine "Neden herkesin bu konu hakkında heyecanlandığını bana anlatır mısınız?" diyebilirim ve onlar da konuyu benim seviyeme indirip anlatabilir ve daha sonrası için nasıl bir yöntem izlemem gerektiğini açıklayabilirler. Belki derinlemesine anlayamam, onu ya da başka bir şeyi icat edemeyebilirim; ama en azından konuyu kavramaya başlarım. Halbuki, Marksizm felsefesi veya edebiyat teorisiyle ilgili bir sayfayı okuduğumda, hayatımın geri kalan kısmında kağıda bakakalacağım ve asla anlayamayacağım hissine kapılıyorum -ve daha iyi anlamak için nasıl ilerlemem gerektiğini bilmiyorum, hangi adımları atabileceğimi bile bilmiyorum.
Demek istediğim şu ki, bu alanlar benim kabiliyetim dışında olabilir, belki yeteri kadar zeki değilimdir. Fakat bunun, bir bakıma garip bir sonucu olacaktır: Bunun benimle alakası yok. Öyle ki; bu alanlarla ilgilenen insanlar fizikten ve matematikten bile daha karmaşık bir şey yaratmışlar -çünkü matematiği ve fiziği anlayabilirim. Açıkçası ben şuna inanmıyorum: Edebiyat teorisyenleri veya Marksist filozofların, yüzyılların büyük entelektüel birikimini aşan yeni bir entelektüel seviyeye ulaştıklarına inanmıyorum.
ERKEK: Felsefe hakkında genel olarak aynı şeyi düşünüyor musunuz?
N.C.: Felsefenin anladığımı düşündüğüm bölümleri var ve bu klasik felsefenin çoğunluğunu oluşturuyor. Ve anlamadığım şeyler var çünkü hiçbir anlam ifade etmiyorlar - ancak bu da tamam, çünkü bunlar zor meseleler. Demek istediğim, bu bir şeyin anlam ifade etmediğini söylemek için yapılmış bir eleştiri değil muhakkak. Hakkında makulce konuşmanın zor olduğu konular var. Ancak eğer sözgelimi Russell’ı ya da analitik felsefeyi ya da Wittgenstein ve diğerlerini okursam ne söylediklerini anlayabildiğimi düşünüyorum ve sık sık yaptığım gibi söylediklerinin neden yanlış olduğunu düşündüğümü anlayabiliyorum. Ancak biliyorsunuz Derrida ya da Lacan ya da Althusser’i ya da bunlardan birini okuduğum zaman anlamıyorum. Kelimeler gözlerimin önünden geçiyor gibi: Savları takip edemiyorum, savları anlamıyorum, bir olgunun betimlemesi gibi görünen her şey bana yanlış görünüyor. Dolayısıyla, belki bir genim ya da bir şeyim eksik, bu mümkün. Ancak benim dürüst fikrim şu ki, bunun hepsinin sahtekarlık olduğunu düşünüyorum.
ERKEK: Bilim adamlarını, şöyle ya da böyle, bir bakıma saf göstererek yüceltebiliyor olabileceğinizi düşünüyorum. Örneğin, Newtoncu mekaniği ele alalım: Einstein ortaya çıktı ve onun nasıl yanlış olduğunu gösterdi, ancak yıllar boyunca bilim camiası ona “Newtoncu” mekanik olarak referansta bulunmuştu.
N.C.: Bu ilginç bir durum çünkü Newtoncu mekaniğe adeta kutsal olarak muamele edildi - çünkü oldukça devrimci bir gelişmeydi. Demek istediğim, insanlar, insanlık tarihinde gerçekten ilk defa nesnelerin derin anlamda bir açıklamasına sahip olmuşlardı: Öyle anlaşılır ve öyle basit ve sonuçlar açısından öyle geniş kapsamlıydı ki neredeyse kaçınılmaz gibi gözüktü. Ve aslında, uzun bir süre bu yönde muamele edildi-o kadar ki örneğin Kant ona, felsefenin görevi önsel (a priori) ilkelerden Newtoncu fiziği türetmek ve onun matematikle eşit derecede kesin hakikat olduğunu göstermekmiş gibi baktı. Ve on dokuzuncu yüzyılın sonlarına ve yirminci yüzyılın başlarına kadar bu kavramların yanılgısı gerçekten tam olarak netlik kazanmamıştı ve bu idrak ile birlikte “bilim” nedir tasavvurumuzda gerçek bir ilerleme oldu. Dolayısıyla haklısınız, bilim bir dönem bir bakıma dini bir karaktere sahip olmuştur ve bu kaçınmak zorunda olduğumuz bir şey. Bu artık böyle olmuyor.


________________________________________


* Bu makale, Noam Chomsky ile yapilan soylesilerden olusan Powers and Prospects kitabindan alinmistir
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol