bilgi güçlendirir

mezopotamya uygurlağı

Mezopotamya Fırat – Dicle Asuroloji Sümeroloji Şehirler / İmparatorluklar Sümer: Uruk – Ur – EriduKiş – Lagaş – Nippur Akkad İmparatorluğu: AkkadBabil – İsin - Susa Asur İmparatorluğu: Asur – Ninova/NinevehNuzi – Nemrut Babil İmparatorluğu: Babil – Kalde Elam İmparatorluğu Amoritler Hurriler Mitanniler Kassitler Mezopotamya Kronolojisi Sümer Kralları Asur Kralları Babil Kralları Dil Çiviyazısı Sümer dili – Akkad dili Elam dili – Hurri diili Mezopotamya mitolojisi Ziggurat Enuma Eliş Gılgamış – MardukNibiru Mezopotamya, bugün Irak, doğu Suriye ve Güneydoğu Anadolu'yu (Türkiye) kapsayan coğrafi bölgeyi tarif eden bir isimdir. Mezopotamya Eski Yunanca'da "iki nehir arasındaki yer" demektir; μέσος ("arasında") ve πόταμος ("nehir"). Kastedilen iki nehir Fırat ile Dicle'dir, zira bölge bu iki nehrin arasında kalır. Verimli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yoğun göçe sahne olmuş Mezopotamya, birçok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmuştur ve bu nedenle de medeni gelişime sahne olmuştur. Bilinen ilk okur yazar topluluklara ev sahipliği yapmış bölgede birçok medeniyet gelişmiştir ve bu sebeplerden Medeniyet(ler) Beşiği olarak da anılmıştır. Hiçbir zaman Mezopotamya olarak anılan belirli bir siyasi mevcudiyet olmadığı gibi sınırları belirli bir bölge değildir. Basit anlamda Yunan tarihçileri bu bölgeyi anmak için bu ismi anmışlardır. Tarih Mezopotamya tarih boyunca farklı kavimlerin bir arada yaşadığı bir bölge olmuştur. Bölgeye uzun süre devam eden sürekli göçler, hem siyasi iktidarın belirli bir çizgi izlemesini engellemiş hem de kültürel ve teknolojik anlamda kent ve toplumların gelişimini körüklemiştir. Mezopotamya bölgesi dünyanın en tanınmış ve köklü medeniyetlerinden birkaçına ev sahipliği yapmıştır; Sümerler, Akadlar, Persler, Babilliler ve Assurlular gibi. Bunların dışında daha birçok halk ve kavim Mezopotamya'da kök salmıştır. Yazı Öncesi Dönemden Sümerlere Son buz devrinin sonlarına doğru, hâlâ hüküm süren buzul veya buzul arası iklim koşullarından kaçmak için insanlar topluluklar halinde güneye doğru göç etmişlerdir. Bu dönemlere dair kuzey Irak'ta ve çevre bölgelerde çeşitli yerleşim alanları göze çarpar. Daha sonra iklimin tarım için uygun hale gelmesiyle kuru tarım başladığı gibi yerleşim birimleri de oluşmaya başlamıştır. Güneydoğu Anadolu'da Çayönü (Diyarbakır, Türkiye) ve Göbekli Tepe (Şanlıurfa, Türkiye) gibi yerleşim yerleri Neolitik dönemde Mezopotamya'daki göze çarpan yerleşim bölgelerindir. Bunlara kuzey Irak'taki Cermo da eklenebilir. Bu yerleşimler dönemin kültürel ve teknolojik gelişimini anlamak için önemlidirler. Tarım gelişimi ve köy yaşamının başlangıcından yazının ortaya çıkışına kadarki dönemin ünlü yerleşim bölgelerine örnek olarak Samarra, Halaf ve Hasuna verilebilir. Bu dönemde her kent aynı zamanda ayrı bir kültürel tarz ortaya sunmaktaydı. Bu kentlerin ortak yönü konutların ortaya çıkışıdır. Yine de konutların mimari tarzı kentten kente değişiklik gösterir. MÖ 5500-MÖ 5000 dolaylarında Mezopotamya'da öne çıkan iki kültür kuzeyde Halaf kültürü ve güneyde Ubaid (Obeyd) kültürleridir. Uruk döneminden bir heykelcik. Bölgenin bir sonraki evresi Uruk dönemi (MÖ 4000-MÖ 3100) olarak anılabilir. Bu dönemde güneydeki kentler büyük oranda gelişmiştir. Bu gelişmeler sadece kültürel planda değil aynı zamanda teknolojik plandadır da. Uruk kenti, dönemi karakterize eden kent olarak, çok önemli bir konumdadır. Sulu tarımın geliştiği bu dönemde, madencilik ve teknoloji dallarında da ortaya çıkan gelişmeler kentlerin genel durumunu yükseltmiştir. Uruk kentinin ünlü Mezopotamya kahramanı Gılgamış'ın evi olduğu da söylencelerde yer alır. Bu dönemde ticaret büyük oranda gelişmiştir ve Mezopotamya'nın o dönemde bilinen sınırları içeresinde yoğun bir ticaret ağı oluşmuştur. Ayrıca Anadolu ile yapılan ticaret, Anadolu halklarının kültürünü de Mezopotamya'ya, sınırlı anlamda da olsa, taşımıştır. Bu dönemin sonlarında yazı geliştirilmiş ve kayıt tutumu da başlamıştır. Bu dönemlerde ve daha sonra bir süre güneydeki gelişimlerin kuzeye geçmesi uzun zaman almıştır. Mezopotamya'dan bir kolye ucu. Sümerler Mezopotamya'da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum Sümerlerdir. "Yaratılış" ve "Tufan"a ilk kez Sümerlerde rastlanır. Sümer döneminde Mezopotamya'da 18'i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlara örnek vermek gerekirse Kiş, Nippur, Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur zikredilebilir. Lagaş'ta iktidara gelen Ur-Nanşe yaptırdığı inşaatlarla öne çıkmıştır. Urukagina da ilk yazılı reformları sayesinde tanınmıştır. Son dönemlerde Sümerlerin baş tanrısı konumundaki Enlil'in tapınağı Nippur'da idi bu nedenle Nippur Sümerlerin dini başkenti sayılırdı. MÖ 2400-2350 yıllarında Sümerler düşüşe geçerken, Akkadlar yükselişe geçmiştir. Bir Akkad kralının zafer anıtının parçası, MÖ 2300 dolaylarına ait. Akkadlar AkkadlarSami kökenli bir topluluktur. Sümerler döneminde Mezopotamya'ya göçen bu topluluk Sümer kültürünü benimsemiştir. Sümerler sonrasında Mezopotamya'nın lideri konumuna gelen halk, Mezopotamya'daki medeni gelişimin öncüsü Akkadlar olmuştur. Ayrıca Akkadlar daha sonra Mezopotamya'da güçlü konuma ulaşacak yine Sami kökenli Asur ve Babil halklarına da öncülük etmişlerdir. Akkadlar, Sümerlerden farklı olarak kent krallıklarından ziyade Evren veya Dünya krallığı kavramını Mezopotamya'ya getirmiştir. Bölgenin merkezi bir idare eline geçmesi de ilk kez Akkadlar döneminde olmuştur. Akkad hanedanının kurucusu kral Sargon'dur. Agade isimli bir başkent kuran Sargon kayıtlara göre 34 savaş yapmıştır. Yine de Sargon'a dair bilgilerde mitoloji ile gerçeklik karışıktır. Sargon'un torunu olan Akkad kralı Naram-Sin de dedesinin yolundan gitmiş birçok sefer yapmıştır. Fakat Naram-Sin'den sonra bölgedeki güç dengeleri değişmiş ve Akkadlar düşüşe geçmiştir. Kısa bir süre için de Zagros Dağlarından inen ve işgale başlayan Gutiler yönetimi ellerine geçirmişlerdir. Üçüncü Ur Hanedanı Akkadların yönetimindeki zayıflıklar nedeniyle, birçok kentin yönetici hanedanı yönetimi tekrar ellerine geçirmişlerdir. Bu kentlerden öne çıkanı Ur kenti ve yöneticisi 3. Ur Hanedanıdır. Hanedan Akkadların izinden giderek bütün bölgeyi kontrol altına almak istemiştir. Yaklaşık 100 yıl kadar (MÖ 2100-MÖ 2000) süren bir dönemde Ur kenti Mezopotamya'nın en büyük siyasi gücü olmuştur. Dönemlerinin sonu yoğun göçler ve çevre toplulukların saldırıları ile gelmiş ve yönetimleri zayıflamıştır. Ur Sülalesinin yönetiminin sonu aynı zamanda Sümerlerin Mezopotamya'daki yönetimlerinin sonu demektir. Daha sonra Sümer kökenli olmayan kavim ve sülaleler egemen olmuşlardır. Yine de bu dönem kültürel, dini ve mimari açıdan medeni gelişimi büyük oranda etkilemiştir. Hammurabi kanunnamesi. Louvre Müzesi. Asur ve Babil 3. Ur Sülalesinin çöküşünden sonra kuzeyde büyük bir siyasi güç olarak Asur, güneyde ise din ve kültür merkezi olarak Babil öne çıkmıştır. Aynı zamanda 2. binyılın erken dönemlerinde bölgeye gelen Hurri ve Amurrular (veya Amoritler) bölgenin gerek nüfus gerekse kültürel yapısını büyük oranda etkilemiş, daha sonraki siyasi olaylara da etki etmiştirler. 2. binyılın başlarında yükselen kavimlerden biri Asurlardır. Özellikle oluşturdukları geniş ticaret ağı onların Mezopotamya kültürünü farklı bölgelere yaymasına ve farklı kültürleri de Mezopotamya'ya taşımasına neden olmuştur. Anadolu'ya yazının gelmesi de yine bu dönemdeki Asurlu tüccarlar sayesinde olmuştur. Diğer yükselen kavim ise güneyli Babil'dir. Amurru kökenli olan Eski Babil sülalesi, 5. kral Hammurabi ile dönemin diğer krallıkları üzerinde egemenlik kurmuştur. Bu sıralarda Anadolu'da Eski Hitit Devleti fetihlere başlamış ve sonunda Hitit Kralı I. Murşili MÖ 1595 yılında Babil'i alarak Babilin egemenliğine son vermiştir. III. Tiglatpileser'i gösteren rölyef. MÖ 8. yüzyılın üçüncü çeyreğinden. Louvre Müzesi Daha sonraki dönemlerde Kassitler öne çıkmış, Anadolu'daki Hititler güçlenmiş, HurrilerMitannilerin önderliğinde yeni bir siyasi güç oluşturmuşlardır. Yaklaşık iki yüzyıl süren Mitanni-Hurri egemenliğinin zayıflaması Asurların yükselmesine olanak vermiş ve MÖ 13. yüzyılda Asur kralı I. Şalmaneser Mitanni-Hurri devletini sonlandırmış ve Asur egemenliğini kesin olarak başlatmıştır. Fakat bu Asur egemenliği de yoğun göç dalgaları sebebiyle zayıflamıştır. MÖ 9. yüzyılın başında kuzeyde Asur'un tekrar yükselmesine kadar bölge karışık bir dönem geçirmiştir. Bu zamana kadar Mezopotamya ve çevresinde birçok yeni devlet ve kavim ortaya çıkmıştı. MÖ 9. yüzyıldan yaklaşık MÖ 5. yüzyıla kadar süren Asur yönetimine Yeni Asur Krallığı denmiştir. Bu dönemde yoğun bir yayılma politikası benimsenmiş, her kral sayısız sefer yapmıştır. Yine de güney Mezopotamya'da Babil egemenliğini korumuştur. Babil dışında Urartular ve Medler de bağımsız birer güç olarak konumlarını korumuşlardır. Bir dönem Asur zayıflasa da III. Tiglatpileser ile tekrar yükselmeye başlamış Urartu kralını yenmiş ve yayılma politikasıyla diğer önemli güçleri, Babil ve Medleri, rahatsız etmiştir. II. Sargon ve sonrasında Asur'un konumu daha da yükselmiş; Asur birçok krallığı egemenliği altına aldığı gibi Mısır'a yapılan büyük seferlerle Mısır'ı da yağmalamıştır. Yeni Asur Krallığı'nın en geniş olduğu dönemde Medler ve Babilliler, İskitlerle birleşerek Asur'a savaş açmış ve sonunda Asur'un yıkılmasına neden olmuştur. Yeni Asur Krallığı sonrası dönemde Babil yükselişe geçmiş ve Yeni Babil olarak anılan bir dönem başlamıştır. Yeni Babil, Asur'un bütün topraklarına egemen olduğu gibi çevre krallıklara birçok sefer düzenlemiştirler. Bu sıralarda MedlerUrartu devletine son vermiştirler. MÖ 539 yılında PerslerinBabil'i ele geçirmesiyle Yeni Babil son bulmuştur. Bu dönem ve sonrasında Persler tüm Mezopotamya'yı egemenlikleri altına almıştırlar. Sonraki Dönemlerde Mezopotamya Mezopotamya Büyük İskender'in Persleri egemenliği altına alışına kadar Perslerin egemenliği altında olmuştur. Daha sonra bir süre Pers imparatorluklarının egemenliği altında kalmış, daha sonra Romalılar kuzeybatı bölümünü egemenlikleri altına almışlardır. Pers Sasani İmparatorluğu döneminde egemenlikleri altındaki Mezopotamya'nın büyük kısmı Del-i Iranşahr yani "İran'ın Kalbi" olarak anılmaya başlanır ve başkent Mezopotamya'da yer alır. MS 7. yüzyılın erken dönemlerinde Arap halifeleri Şam'ı kontrol altına alır ve zaman içinde Mezopotamya Arapların egemenliği altında tekrar birleşir. Yine de bu dönemde iki vilayet şeklinde idare edilir: kuzeyde Musul başkent, güneyde Bağdat başkenttir ki Bağdat daha sonra hilafetin de başkenti olur ve 1258 yılına kadar böyle kalır. 1508-1534 arasında Safaviler kısa bir dönem için Mezopotamya'yı kontrolleri altına alsalar da 1535'te Osmanlılar (Türkler) Bağdat'ı egemenlikleri altına alırlar. Osmanlı Devleti'nin egemenliği sırasında Mezopotamya üç vilayete ayrılarak idare edilir: Musul, Bağdat ve Basra. 1. Dünya Savaşı'nın sonunda Mezopotamya kısa bir süre için İngilizlerin yönetimine geçer ve İngilizler bugünkü Suriye ve Irak'ı bir Haşimi yöneticiye bağlı bir devlet olarak kurar. 1920'de İngilizler tarafından Irak ulus devleti kurulur ki bugünkü Irak sınırlarının yanı sıra bugünkü Kuveyt de sınırlara dahildir. Daha sonra 1961 yılında Kuveyt bağımsızlığını ilan eder. Eğitim ve Bilim Yazının Gelişimi İlk yazı denemeleri piktogramlardan geliştirilmiştir. Bunlar hikayeleri, tarihi ve bazı olayları anlatan tabletlere çizilmiş resimlerdir. Daha sonraları farklı harfler için farklı işaretler geliştirmeye başlarlar ki buna çivi yazısı denmiştir. Bu yeni yazı türü kısa sürede yaygınlaşır ve piktogramlardan daha fazla kullanılmaya başlar. Harfler, kil tabletler üzerine oyulurdu. Matematik, Tıp ve Astronomi Mezopotamyalılar iki sayı sistemine sahipti. Sümerler, zamanı altmış dakikalık saatlerde ölçen ilk insanlardır ve haftada yedi günlük bir takvim de oluşturmuşlardır. Babilli astronomlar gündönümü ve tutulmaları hesaplayabiliyorlardı. Astronominin gelişimi din ve mitoloji ile iç içedir zira insanlar astronominin bir amacı olduğuna inanıyorlar ve ona bazı dini veya mistik unsurlar yüklüyorlardı. Örneğin tutulmalar kötüye işaretti. Her ne kadar anatomi ve tıp konusunda bilgileri olmasa da tıbbi tanı listeleri oluşturmuşlar, hastalıkları gözlemlemişlerdir. Mezopotamya Halkları ve Dilleri Mezopotamya büyük oranda göç almış, birçok kavme ev sahipliği yapmıştır. Fakat göç eden toplulukların çoğu var olan Mezopotamya kültürünü benimsemiş, ayrı bir kültür veya dil olarak barınamamıştır. Bu nedenle Mezopotamya'da var olmuş çoğu halkın, yazılı kayıtlar sayesinde, sadece isimleri bilinmektedir. Bunlara Guti, Amurru (Amorit), Kassit gibi halklar örnek olarak verilebilir. Bugüne ulaşan çivi yazılı kayıtlar, tabletler sayesinde Mezopotamya'nın en yaygın dillerinin Sümerce ve Akadca olduğu söylenebilir. Bunlardan SümerceHint-Avrupa ve Sami kökenli bir dil değildir. Bazı özelliklerinin Ural-Altay grubu dillerle benzerlik gösterdiği düşünülmüştür. Yapılan çalışmalarla Sümerce ve Türkçede ortak olan birçok söz tespit edilmiştir (dingir-tengri, kabkagag-kap kacak gibi). Bugün Sümerce bu dil gruplarından ayrı bir dil olarak ele alınır. Akadca ise, Sami kökenli Akadların dilidir ve Sami kökenlidir. Daha sonraki dönemlerde kullanılan Babilce ve Asurca da Sami kökenli dillerdir. Bunların dışında Hurrilerin Mezopotamya'ya girişi ve daha sonra Mitannilerin liderliğinde önemli bir siyasi konuma gelmeleriyle Hurrice de, en azından bir dönem için, Mezopotamya'nın önemli dillerinden biri sayılmıştır. Hurriceye dair pek bilgi yoktur yine de Urartuca ile aynı kökenden geldiği bilinmektedir. Sümerce gibi diğer dillerden farklı özellikler taşıyan bir Mezopotamya dili de Elamca'dır. Din ve Mitoloji Antik Mezopotamya dini, kayıtları bilinen en eski dindir. Antik Mezopotamya dininin temelleri Erken Sümer Hanedanları tarafından atılmış, daha sonra oluşan uygarlıklar ve bölgeye yerleşen kavimler bu dini yapıyı benimsemiştirler. Her ne kadar bölgenin bölümleri arasında farklılık gözlense de temel dini figürler, destanlar ve inanışlar aynı kalmıştır. Sümerce "evren" sözcüğü an-ki'dir. Bu tanrı An (veya Anu) ve tanrıça Ki'yi işaret eder. Bu çiftin çocuğu Enlil, hava tanrısıdır ve zamanla Sümerlerin ve daha sonraki kavimlerin baş tanrısı olmuştur. Destanlar çoğu zaman hem tarihi, hem de dini/mitolojik öğeler taşımaktaydı. Yine tarihi kayıtlarda da dini ve mitolojik unsurlara rastlanır; örneğin kral listelerinde mitolojik unsurlarla gerçekler karışık biçimdedir. Daha sonraları ortaya çıkan birçok dinde de geçen ve araştırmacılarca Mezopotamya kaynaklı olduğu düşünülen anlatılara "Tufan" ve "Yaratılış" örnek olarak verilebilir. Mezopotamya mitolojisiSümer, Akad, Asur ve Babil odaklı olmakla beraber bölgeyi etkilemiş sayısız halkın mitolojilerinden yoğun biçimde etkilenmiştir. Politeistik bir din olan Mezopotamya dininin tanrı ve tanrıçaları zaman içinde isim değiştirse de özellikleri genelde aynı kalmıştır. Bazı önemli tanrı ve tanrıçalar şunlardır: An, Sümer gök tanrısı daha sonraları Anu olarak anılmaya başlanır. Ki ile evlidir fakat diğer Mezopotamya dinlerinde Uraš olarak anılan bir eşi vardır. Marduk, Babil'in baş tanrısı. Gula veya diğer bölgelerde Ninişina, şifa tanrıçasıydı. Birisi hastalandığında şifa için ona dua edilirdi. Nanna (bazı bölgelerde Suen, Nanna-Suen veya Sin), ay tanrısı. Enlil'in çocuklarındandı. Utu (Šamaš veya Sahamaş), güneş tanrısı. İştar, Asurlu aşk ve cinsellik tanrıçası. Sümer tanrıçası İnanna'dan köken aldığı düşünülür. Enlil, Mezopotamya dininin en güçlü tanrısı olarak görülürdü. Karısı Ninlil çocukları ise: İnanna, Iškur, Nanna-Suen, Nergal, Ninurta, Pabilsag, Nuşu, Utu, Uraš Zababa ve Ennungi. Nabu, yazı ve bilgelik tanrısı. Ninurta, Sümer savaş tanrısı. Zigguratlar Zigguratlar Mezopotamya'da yapılmış olan büyük tapınaklardır. Kil ve balçıktan yapılan zigguratlar çok yüksek yapılardı. Son Düzenleyen Daisy-BT; 3 Gün Önce @ 20:15. Sebep: Aktif linkler -------------------------------------------------------------------------------- 12-09-2006 #2 (mesaj-linki) TheGrudge Sümerler Sümerler, M.Ö. 3500 - M.Ö. 2000 yılları arasında Mezopotamya'da yaşamışlardır. Genetikçi Cavalli-Sforza, Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Kuveytlilerin genetiksel açıdan Sümerlerle ilişkili olabileceğini iddia etmiştir. DEVLETİN ADI: Kuveyt BAŞŞEHRİ: Kuveyt YÜZÖLÇÜMÜ: 17.818 km2 NÜFUSU: 1.190.000 RESMİ DİLİ: Arapça DİNİ: Müslümanlık PARA BİRİMİ: Kuveyt Dinarı Basra Körfezinin üst kısmında 17.818 km2lik bir alanı kaplayan bağımsız bir Arap devleti. Kuzeyinde ve batısında Irak, doğusunda Basra Körfezi, güneyinde Suudi Arabistan bulunur. Târihi On sekizinci yüzyıl başlarında, Arabistan Yarımadasının iç bölgelerindeki Anizah kabilesinden birçok âilenin göçebelikten vazgeçip, Basra Körfezi kıy ...Detaylı bilgi için linke tıklayınız. Ortadoğu'nun tahıl tarımının ve evcilleştirilmiş hayvanlarının insanlık tarihinde özel bir yeri vardır; çünkü ilk uygarlık onların yol açtığı yaşam biçiminden doğmuştur. Dünyanın en eski uygarlığı, Başlığında "Ortadoğu" kavramı bulunan çalışmalara bakıldığında ilk fark edilecek husus, bu kavramın kapsamının birbirinden farklı olduğu ve her bir çalışmaya göre genişleyip daralmış olmasıdır. Bunun içindir ki Ortadoğu ile ilgili bütün çalışmalar öncelikle bu kavramın içeriğinin belirlenmesi ve kapsamına nerelerin alındığının gösterilmesiyle başlamaktadır. Dicle ve Dicle ulu ırmak anlamına gelir Dicle (ilçe) Dicle Nehri Fırat nehirlerinin aşağı kıvrımları boyunca akarsu ismi. Fırat ile ilgili diğer başlıklar: Fırat Nehri Fırat Üniversitesi Basra Körfezi'ne kadar dayanan düz lığ (alüvyon) ovası üzerinde uzanan Sümer ülkesinde doğdu. Sümer topraklarını yaratmış olan ve her yıl yenilenen ırmak milinden bol ürün alınabilmesi için ilkel tarım tekniklerinin kökten değiştirilmesi gerekti. Ortadoğu'nun ormanlık tepelerine, yaz başlarında, gelişen ekinlere hasat zamanına dek yetecek kadar yağmur yağıyordu. Ama yaz boyunca hemen hiç yağmur düşmeyen daha güneyde durum farklıydı. Böyle olunca, hasat ancak ırmak sularının ekinleri sulamak üzere tarlalara getirilmesiyle güvence altına alınabilirdi. Ne var ki, sulama kanallarının, setlerin yapımı ve bakımı yüzlerce, dahası binlerce kişinin birlikte çalışmasını ve ilk çiftçi topluluklarda görülenden çok daha sıkı bir toplumsal disiplini gerektirdi. Neolitik köylerde, olasılıkla küçük biyolojik aile sıradan çalışma topluluğunu oluşturmuştu. Her bir aile, olağan durumlarda, kendi ekin tarlasının ya da tarlalarının ürününü tüketti; belki törensel, dinsel fırsatlar dışında ise, çok sayıda kimsenin örgütlü işbirliğine gereksinim duyulmadı. Başlıca farklılaşmalar, yaş grupları arasında ve kadınla erkek türleri arasında olduğu için, herkes aynı derecede özgürdü ve herkes aynı derecede havaların kararsızlığının kölesiydi. Bu basit toplumsal yapı, ırmak kıyısı ortamında kökten değişti. Irmak sularının denetlenmesi işinin büyük ölçüde insan çabasını gereksinmesi, halkın çoğunluğunun emeğinin bir tür seçkin yöneticiler tarafından yönetilmesini gerektirdi. Bir seçkin yönetici sınıfının nasıl doğduğu belli değil. Bir topluluğun bir başka topluluğu fethedişi, toplumu efendilerle hizmetçiler, işleri yönetenlerle yönetilenler olarak bölmüş olabilir. Öte yandan, insan toplumundaki özel yerlerinin çok eskilere dayandığı bilinen doğaüstü uzmanları gittikçe gelişen bir görevsel uzmanlaşma sürecini başlatmış olabilir. Daha sonraki dönemlerin Mezopotamya mitoslarında, tanrıların insanları, eksiksiz donatılmış tanrı evinin, yani tapınağın yiyecek, giyecek ve öteki gereksinimlerini karşılamaları için yarattıkları anlatılır. Böylece tanrılar üretme sıkıntısına girmeksizin gereksinimlerini karşılamış olacaklardır. Bu düşüncelerin nasıl uygulamaya konulduğu konusunda da biraz bilgimiz var. Örneğin Lagaş'ta bir yazı, kentin topraklarını, sahiplerinin tanrıya ödeyecekleri payların türüne göre üç bölüme ayırır. Büyük bir olasılıkla, tanrıya en ağır payları ödeyen çiftçilerin ellerinde, geriye kendilerine yetmeyecek kadar az şey kalıyordu; ki bu durum onları, yılın bir bölümünde tanrı adına çalışmak, demek ki sulama kuruluşlarında ya da rahiplerce planlanan öteki işlerde işlemek zorunda bıraktı. Bu yolla, çiftçilerin tapınağa verdikleri tahılın ve öteki tarımsal ürünlerin bir bölümü, tanrının özel hizmetçilerinin, yani rahiplerin yönetimi altında yürütülen işlerde çalışanlara karşılık olarak ödendi. Böyle bir sistemin, büyük projeleri gerçekleştirecek binlerce insanın emeğinin bir araya getirilmesine olanak verdiği anlaşılıyor. Bu sistem aynı zamanda, tüm becerilerini tanrıyı hoşnut edebilecek bir lüks ve tantanayla beslemek, giydirmek, eğlendirmek ve ona tapınılmasını sağlamak yolunda kullanan çok çeşitli sanatçıların -dansçıların, şarkıcıların, sarrafların, aşçıların, doğramacıların, giysicilerin- uzmanlaşmasına da olanak verdi. Bu uzmanlar, artık zamanlarını yiyeceklerini üretmek için harcamak zorunda olmadıklarından, insanların o zamana değin ulaşabildiğinden çok daha yüksek becerilere ve bilgilere sahip olabildiler. Böylece uygarlık, Dicle-Fırat Vadisi'nin aşağı bölgelerinde ilk yerleşimlerin görüldüğü İ.Ö. 4000 dolaylarından, çağımız bilginlerince okunabilen, Sümer kültürünün toplumsal ve düşünsel yönlerini yer yer aydınlatmaya başlayan yazılı kayıtların görüldüğü İ.Ö. 3000 yıllarına dek, bin yıl gibi kısa bir süre içinde ortaya çıkmış oldu. Ek bilgi ==Kökenleri== BASRA KÖRFEZİ Hint Okyanusunun Arabistan Yarımadası ve İran arasındaki girintisi. Doğusunda İran, kuzeybatıda Irak ve Kuveyt, batısında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri bulunur. Dicle ve Fırat nehirleri birleşerek Şattülarab adıyla körfezin kuzey ucundan denize dökülür. Körfez, kuzey-güney doğrultusunda Şattülarab'ın döküldüğü yerden Hürmüz Boğazına kadar uzanır. Buradan Umman Denizine ve oradan da Hint Okyanusuna bağlanır. Yüzölçümü 236.800 km2, o Mezopotamya'nın yerli halklarından değildi, sümerologların okuduğu tabletlere göre halkın bir bölümünün Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Orta Asya'dan diğer bir bölümünün ise Doğu'dan Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim. Dilmun denilen bir ülkeden geldiği söyleniyor, Atatürk'ün Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, 1881 - 1938 yılları arasında yaşamış ulusal önder. 1881 yılında Selanik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi 14-15. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleşti. Türk Tarih Tezi'nde Sümerlerin M.Ö. 3500 yıllarında Orta Asya'dan Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim. göç ettikleri ileri sürülür. Göç Alm. Wanderung, Aus- Ein-wanderung (f), Fr. Émigration, İmmigration (f), Exode (m), İng. Migration. Dini, iktisadi, siyasi, sosyal ve diğer sebeplerle insan topluluklarının bir yerden bir başka yere gitmesi. Hicret. Ferdi sebep ve maksatlarla yer değiştirmeye ve bu esnada nakledilen eşyaların hepsine de göç denmektedir.Ayrıca kuşların, balıkların ve bazı hayvan türlerinin, belli mevsimlerde dünyanın çeşitli yerlerine gitmeleri de göç adıyla anılır. Tabletlerden okunduğu ve mitolojilerinden anlaşıldığı kadarıyla şimdilik bilinen, '''Sümerler'''in o zaman Mezopotamya'da bulunan Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Sami kökenli halklardan olmadıkları ve kuzeyden dağlık yörelerden geldikleridir. Bazı antropologlar; yaptıkları incelemelerde Önasya’da elde ettikleri buluntulardan, Sümer, yüksek yüce Kut, talih uğur baht ...Detaylı bilgi için linke tıklayınız. Elam ve Hurri toplulukların Ural-Altay kavimlerinden özellikle atlı göçebe '''Türk''' unsurlar olabileceği kanaatine varmıştır. Eski Önasya Tarihi uzmanı Hemmel, '''Sümerler'''i tamamıyla '''Türk''' kavmi olarak kabul etmektedir. Orta Asya’dan 4500-5000 yıllarında gelen ''' Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim. Türkler'''in '''Sümerler'''i oluşturduğunu ileri sürer. Türk kelimesinin aslı "türümek" fiilinden gelmektedir. Bu fiilden türetilmiş, kişi ve insan anlamında "türük" ve nihayet hece düşmesiyle "Türk" kelimesi ortaya çıkmıştır. Nitekim Anadolu'da bir kısım göçebeler de yürümekten "yürük" adını almışlardır. Türk kelimesi, ayrıca, çeşitli kaynaklarda; "töre sahibi, olgun kimse, güçlü, terk edilmiş, usta demirci ve deniz kıyısında oturan adam" manalarında kullanılmaktadır. Sümerce’deki 350 kelimenin ''' Sümerce, Sümerlerin Güney Mezopotamya'da M.Ö. 4. binyıldan itibaren konuştukları dildir. Bilinen ilk yazılı dildir. M.Ö. 2000 yıllarında Akadca bölgede konuşma dili olarak Sümercenin yerini almış, Sümerce ise bilimsel ve dinsel bir dil olarak M.S. 1.yy'a kadar varlığını sürdürmüştür. Türkçe''' olduğu savunur. Prof. Dr. Osman Nedim Tuna da ''Sümer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi'' adlı eserinde 165 adet Sümerce sözün Türkçe denklerini anlamlarıyla beraber göstermiştir. Rus arkeolosijinin atası arkeolog Nikolsky şunları söyler: "Sümerlerin ana vatanı Türkçe, diğer Türk dilleriyle birlikte Altay dil ailesinin bir kolunu oluşturur. Bu ailenin diğer üyeleri Moğolca, Mançu-Tunguzca ve Korecedir. Japoncanın Altay dil ailesinin bir üyesi olup olmadığı konusu tartışılmaktadır. Aşkabad kentinin yakınındadır. Bu ülkenin kurganlarından arkeologlar taş, gümüş ve kilden yapılmış eşyaları bulmuşlardır ki bunlar, Mezopotamya'nın güneyindeki Sümer kurganlarındakilere çok benzerler. Bütün bunlar şu düşünceye getirir ki, Sümerler büyük bir ihtimalle bu günkü Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Türkmenistan'dan Mezopotamya'ya varmışlardır. Bu iki uygarlığın son analizi onların arasındaki birçok ortaklıkları göstermektedir. Sümerlerin baş Tanrıları olan Türkmenistan Cumhuriyeti Orta Asya’da bulunan bir Türk Devleti. Kuzeyinde Kazakistan, doğusunda Özbekistan, güneyinde İran ve Afganistan, batısında Hazar Gölü yer alır. En-Lil'in yerleştiği yer Mezopotamya'nın güneyindeki düzlükte değil, dağlarda olmuştur. Belki de Köpet Dağı'nın etekleri onların ana vatanı olmuştur" Matveev & Sazonov, Zemlya Derevnogo Dvureçie, Moskova, 1986, s. 38 Begmyrat Gerey, 5000 Yıllık Sümer-Türkmen Bağları, 1. Basım, İst.: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2004, Arka kapak. Bilim Yerleştiklerinde çanak- çömlek yapmayı ve madenleri işlemeyi biliyorlardı. Aşağı Mezopotamya'da Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Dicle ve Dicle ulu ırmak anlamına gelir Dicle (ilçe) Dicle Nehri Fırat nehirleri kıyısında akarsu ismi. Fırat ile ilgili diğer başlıklar: Fırat Nehri Fırat Üniversitesi Uruk, nesil kuşak soy Lagaş, Eridu, Ur, Onco, tumour Kiş gibi kent devletleri kurdular. Gelişmiş bir yapı tekniği kullanıyorlardı. Yerleştikleri kesimlerde muazzam bir sulama sistemi kurup, kanallar, barajlar ve bentlerle hem seli önleyip bataklıkları kuruttular hem de düzenli sulamaya dayalı bir tarım geliştirdiler. Tekerleği de icat eden bu toplum tarlaları, öküzlerin çektiği sabanlarla sürüyorlardı. 60 rakamına dayanan seksajismal sayı sistemini kullanan Sümerler'in "sos" dedikleri bu 60'lık birim bütün zaman ve mekan hesaplarında kullanılmaktaydı ve onları bir uyum içerisinde birbirine bağlıyordu. y]ı 30, yılı 360 gün olarak hesapladılar. Gece ve gündüzü 12'şer saate böldüler. Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar. Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar. Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar. Çarpma ve bölme cetvellerini buldular. Daireyi 360 dereceye böldüler. Dil ve Yazı İlk yazıyı M.Ö. 2500 yıllarında '''Sümerler''' buldular. İlk yazıları şekiller üzerine kurulu yani her varlık ve olay için bir şekil kullandılar. Çivi yazısı işaretleri geçmişteki bir resim yazısına dayanır. Bir kavramı ifade eden işaretlere ideogram adı verilir. Toplum Yapısı Devlet kentlerden oluşmuştu ve her kent surlarla çevrili idi. Kent içinde yüksek bir tepeye yapılan tapınak bulunurdu ki bu sosyal yaşamın merkezini oluşturmaktaydı. Başlangıçta Anaerkil bir toplum yapısına sahiptiler. İşbölümünün derinleşmişti;1. sınıfı din adamları ve askerler 2. sınıfı halk 3. sınıfı ise kölelerin oluşturduğu bir sınıflama yapıldı. Sürekli savaşlar sonucunda köle edinilmesiyle sağlandı buda halktan her insan'ın kolayca köle edinebilmesini sağladı. M.Ö. 3000-2500 yıllarında yüksek ruhbanlardan oluşan egemen sınıfları dinsel yapıya sahip kent devletlerinin yöneticileri olarak ortaya çıktılar. Bu kral-rahipler dinsel ve siyasal işleri yürütürlerdi. Bir kentin baş rahip aynı zamanda o kentin başkanıydı. =dermen , hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı ve insan görünümündeydiler, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı.Tanrılar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilirdi. '''Sümer''' mitolojisinin en önemlilerinden biri Gılgamış Destanı'nda da adları geçen tanrılardan başlıcaları şunlardır: Anu: Gök tanrısı, önceleri baş tanrıyken sonra yerini hava tanrısı Enlil almıştır. Enlil: Hava tanrısı, tanrıların babası, tapınağı Ekur Nippur kentindeydi. Enki: Bilgelik tanrısı Nimmah ( Ninhursag): Ulu hanım, ana-tanrıça Nanna (Sin): Ay tanrısı Utu ( Şamaş): Güneş tanrısı, ay tanrısı Nanna'nın oğlu. İnanna ( İştar): Aşk ve Bereket Tanrıçası İlk defa Akadlar tarafından içten çökertildi ve bundan sonra bir daha eski haline gelemedi; M.Ö. 2000'li yıllardan sonra uygarlıkları bağımsız kimlikleriyle yaşayamadı. Ardından gelen Akad ve Babil uygarlıkları çoğunlukla '''Sümerler'''in izlerini taşıdılar. Kendilerine özgü dilleri ve çivi yazıları uzun süre yaşadı. Sümer inanışları ve mitolojisi de Fenike - Yunan - Roma bağlantısıyla günümüze dek ulaştı. Şu an Dünyamızda kullanılan İncil, Tevrat ve Kur'an da da '''Sümer''' inanış ve felsefesinin izlerine rastlandığını iddia edenler vardır (bkz. Muazzez İlmiye Çığ). Son Düzenleyen Daisy-BT; 3 Gün Önce @ 20:17. Sebep: Aktif linkler -------------------------------------------------------------------------------- 12-09-2006 #3 (mesaj-linki) TheGrudge PERSLER (M.Ö. 585-332) Kimmerler'in Frig egemenliğine son vermesi sonucu Anadolu'da Medler (M.Ö. 585), daha sonra da Persler (M.Ö. 350) görülür. Persler bölgeyi "Satrap" adını verdikleri valilerce yönettiler. Eski Pers dilinde Katputaka olarak adlandırılan Kapadokya Bölgesi, "Cins Atlar Ülkesi" anlamına gelmekteydi. Persler, Zerdüşt dinine bağlı olduklarından, halkını din ve dil konusunda serbest bırakmışlardır, ateşi de kutsal saydıklarından bölgedeki volkanları, özellikle Erciyes ve Hasandağı'nı kutsal saymışlardır. Persler, Kapadokya'dan geçerek başkentlerini Ege'ye bağlayan, Kral Yolu'nu geliştirmişlerdir. Makedonya Kralı İskender, M.Ö. 334 ve 332'de Pers ordularını arka arkaya bozguna uğratarak bu büyük imparatoruluğu yıkmıştır Persler Zamanı M.Ö. 700 tarihlerinde Persuvarların basında «Hakhamaniş» veya «Ahamenes». adlı bir Prens bulunuyordu. Pers Kralları (M.Ö. 700 - 675) Hakharnaniş'i hanedanlarınınm atası saydıklarından bu sülâle tarihde bu namla anılmaktadır. Esasen Asur ve Babil çökmüş, Medlerin ordusunda çıkan isyanlar, Perslerin işine yaramış ve meydanı Persuvarlılara bırakmıştı. Pers hükümdarları arasında cüretli ve meharetli bir kumandan olduğu kadar, geniş görüşlü, enerjik bir devlet adamı olarak, «Kuraş II» (Kuruş) baş da gelir. Yakın şarkın muzaffer hükümdarlarının tecrübe ve başarılarını örnek alan Kuraş önce disiplinli bir ordu kurdu. Bu ordu ile her şeyden evel Medleri (M.ö. 550) maglüp etti. Bunun üzerine Doğu ve Orta Anadolu'yu istilâ ettikten sonra Lidyalılarla savaştı. iki tarafın ordusu Kızılırmak doğusunda kârsılaştı, ilk çarpısma neticesiz kaldı, üç aylık bir mütarekeden sonra Bogazköyde (Potrium) baslıyan ikinci çarpışmada Persler büyük zafer kazandılar. Kral Krezius*, payitahtma kadar takibedildi, 14 günlük bir muhasaradan sonra Gediz Rahillnrinde bıllıman Sardis şehri, Persler tarafından zaptedilerek Lidya devleti ortadan kaldınldıktan sonra bütün Doğu ve Orta Anadolu Perslerin eline geçti CM.Ö. 54fi). Bu suretle tabiidir ki, Harput ve havalisi 'de Perslerin idaresine geçmis oldu. Gerçi bunlar, bu muazzam topraklan istilâ ettilerse de müstakil bir hükümet ve ordu ancak «Keyhusrev II» (Siros - Kiros) zamanmda kurabildiler. Bu hükümdar, ordusuyla hangi tarafa gittiyse o ülkenin halkını, zulüm ve şiddetle değil, bilâkis halka iyi muamele ve adalet dairesinde hareket etmekle bölge halkının sevgi ve itimadmı kazanmıstı. Bu yüzden birçok küçük Kralıklar, Prenslikler, kabileler kendiliklerinden Keyhusrevin idare ve bimayesine iltica ediyorlardı. Tecrübeli Med kıumandanlannın bir cogunu ordusuna kabul ederek bunların secaat, tecrübe ve bilgilerinden istifade etmesini de bildi Batı Anadolu, kâmilen Iranilerin idaresine geçmişti. Lidya ve Rum âlemi münkariz olmuş gibiydi. Keyhusrev, kendini bütün hükümdarların varisi bilir ve öyle hareket ed@rdi. Keyhusrevden sonra Daranın cülusu, Yunanlılar ve sonra küçük hükümetler için pek tehlikeli oldu. Iranlılarm en azametli ve haşmetli devirleri Dara I. in (M.ö. 521) zamamdır. Dara tahta oturur otunnaz, mülkünde yeni bir idari taksimat, yani (Satraplıklar) ihdas ederek işe başladı. Doğu, Orta ve Batı Anadolu bu hükümdarm idaresine geçti. Harput ve havalisi, Van Satraplıgma baglanrmştı. Bu sırada ülkesi Hindistan'dan Ege ve Trakya topraklarma, Kafkaslardan Mısır, Trablus, Habeşistan dahil Afrika ortalarına kadar genişlemişti, Bu hükümdarlar Kiyaniyan sülâlesinden geldikleri için kendilerine de Kiyaniyan denildi. Fakat saltanatımn son yıllarmda Batıdan küçük Rum hükümetlerinin, Güneyde Samilerle ittifak akt etmeleriyle her iki ateş arasında kat.:lan ordusu maglüp olmuş ve Irana çekilmeğe mecbur kalmıştır i. Ardaşir III. (Artaxurx) (M.Ö. 358 - 338) zamanında ise Harput ve havalisinin manen Iran hükürndarlıgı camiasına dahil ve fakat bir Ermeni beylifi tarafından idare edildiğini görmekteyiz. Şimdi tam bu sıralarda ıranla Makedonya Kralı Büyük Iskenderi kâfi karşıya butayoruz. İskender, küçük ve fakat iyi talim ve terbiye görmüş ordusunu, Rumeline kadar geçmiş bulunan Iran kuwetleri üzerine sürerek bunları Rumeli'nden atmıs (M.ö. 334) ve Anadolu'da Adana bölgesine kadar sürmüştü. Burada daha büyük Iran kuşetleriyle kar$ılaştı ise de, her nevi emri kumanda ve disiolinden rnahrum olan 600.000 ki«üik Iran kuwetleri, Iskenderin tecrübeli kumandanları idaresindeki ordularma maglüp oldu. Bu hezimet üzerine İskender, 50.000'e yakın ordusuyla Nusaybin, Musul Erbil yoluyla İran topraklarmın ilerisine yürüdü (M.ö. 331). Baharında Dicle ile Büyük Zap suları arasında bekleyen 2. nci Iran ordusuyla karsı karşıya geldi, bir gün akşama kadar çetin savaslar oldu. Neticede yine iranlılar maglüp oldu. Simdi Doğuda bulunan bütün beylikler. krallıklar, birer birer mecbur! olarak Iskenderin tabiiyetini kabul ediyorlardı. Bu sırada Harput ve havalisi de bir Ermeni beyinin idaresi altmda Iskenderin eline geçmiş bulunuyordu Ari kökenli bir kavimdir. Ülke yönetimi merkezi ve mutlak monarşiye dayanıyordu. Ülke toprakları Satraplık denen eyaletlere ayrılır ve başlarına merkezden bir vali gönderilirdi. İlk divan teşkilatını kurdular. Mezopotamya'dan aldıkları çivi yazısını kullandılar. İlk posta ve istihbarat teşkilatını kurdular. Mısır, Mezopotamya ve Anadolu kültüründen etkilendiler. Zerdüştlük (Mecusilik) denen bir dine inanıyorlardı. M. Ö. IV. yüzyılda Çemişgezek ve çevresi, Pers ordusunun İskender karşısında uğradığı yenilgilerden sonra Makedonya hâkimiyetine girmiştir. İskender'ih yönetimi altında iken kurulan Kapadokya Kıallığı'nın Çemişgezek civarına da hakim olduğu ancak İskender'den sonraki Makedonya hükümdarının Kapadokya Krallığı'nı ortadan kaldırarak tekrar Makedonya hâkimiyetini sağladığı anlaşılmaktadır. Fakat, M. Ö. III. yüzyılda yeniden canlanmış olan Kapadokya Krallığı'nm Malatya ve Tunceli yörelerini de ele geçirdiği görülmektedir. PERSLER BÜYÜK İSKENDER VE ROMA İMPARATORLUĞUNDAN DA ESKİ ,BİR ANTİK ÇAĞ İMPARATORLUĞU EFSANEVİ VE İYİ RUHLU ÖNDER KYROS'UN İLK KRALI OLDUĞU BU BÜYÜK DOĞU İMPARATORLUĞU ANTİK ÇAĞIN TAM ANLAMAYILA ANLAŞILMASI İÇİN İNCELENMEYE DEĞER KÜLTÜREL VE SİYASAL BİRİKİMLER SUNUYOR BİZE ÖZELLİKLE YUNAN TOPLULUKLARIYLA KURDUĞU İLİŞKİLER ÖZELLİKLE KLASİK ARKEOLOJİYLE İLGİLENENLER İÇİN ÖNEMLİ BİLGİLER İÇERİYOR. -------------------------------------------------------------------------------- 13-09-2006 #4 (mesaj-linki) TheGrudge AKAD DEVLETİ (M.Ö.2350-2170 ) Kuzey Mezopotamya'dan güneye doğru genişleyen Sami halkının yerleşim yerleri, Sümer şehirlerine kadar dayanmıştır. Hatta birçok şehirde, Samiler ücretli asker olarak Sümer ordularında yeralmışlardır. Sümer tarihinde çok önemli bir yer alan Kiş şehrinin sarayında kral Urzababa'nın baş muhasebecisi olan ve Sami halkına mensup olan Sargon, M.Ö. 2350 yılında bir savaştan yenik dönen kralına inkılap düzenleyerek tahta geçmiştir. Sami halkının ilk kralı olan Sargon, Kiş şehrini ele geçirdikten sonra, güneye doğru ilerleyerek diğer Sümer şehirlerini de sınırları içine aldı. Sargon yaptığı bütün seferlerinde kuşattığı topraklara, Sami kültürünü ve dilini de götürmüştür. Sümer kültürünü temel alan ve kendi kültürüyle bütünleştirerek özümseyen Akadlılar, büyük bir medeniyeti geliştirdiler. Böylece dünyada ilk kez, bu kadar geniş bir alan üzerinde, merkezi bir devlet kuruldu. Akad şehrinin merkez haline gelmesinden sonra Sargon'un kurduğu devlete Akad Devleti, konuştukları doğu Sami diline de, Akadca denildi. Akad dili bütün Mezopotamya'da Sümer dilinin yerine geçerek, günlük yaşamda ve ticarette kullanılandı. Kral Sargon kurduğu merkezi devletiyle asırlar boyu Mezopotamya'da süren teokrat tapınak şehir yönetimine son vermiş ve yerine güçlü bir memur mekanizmasıyla idare edilen bir devlet kurmuştur. Sargon, Mezopotamya'da iktidarı ele geçirmekle beraber sosyal, siyasal ve ekonominin yanında sanatta da değişiklikler yapmıştır. Dinsel açıdan Güneş tanrısı Şamaş, Ay tanrısı Sin ve Venüs tanrıçası İştar en çok tapılan tanrılardı. Sargon'dan sonra güçlü bir otorite kuran torunu Naram-Sin, kendisini "Akad'ın tanrısı ve dünyanın dört bölgesinin kralı" ilan ederek, ilk tanrılaşıtrılan kral olmuştur. Sınırlarını Zagros Dağlarına kadar genişleterek burada yaşayan savaşçı Lulubi kabilelerini dağıtmıştır. Naram-Sin döneminde Elam ve Lulubiler Akad dilini ve alfabesini kullanmaya başlamışlardır. Naram-Sin'in ölümünden sonra Akad devleti parçalanır ve egemenlik Zagroslar'dan gelen barbar Gutilerin eline geçer. Mezopotmaya'daki insanlar tarafından "dağların canavarı'" olarak adlandırılan Gutiler, hüküm sürdürdükleri 70 senelik süre içinde Mezopotamya'da büyük tahribatlar yaratarak, en karanlık bir dönemine neden olmuşlardır. Barbarlık ve talandan başka birşey yapmayan Gutiler, Mezopotamya'da açlığa ve sefalete yol açtılar. Olumlu hiçbir gelişme kaydedemeyen Gutiler yenilip bölgeden çıkarıldılar -------------------------------------------------------------------------------- 14-09-2006 #5 (mesaj-linki) TheGrudge BABİL MİTOLOJİSİ BABİLLER “Mezopotamya” iki ırmak arasındaki bir bölgeyi anlatan bir coğrafya terimidir. Babil’in en eski devirleri arasında çok az şey bilinmektedir. Şehrin kurucusu bilinmemekle beraber Babil isminin aslında Sümerce olması şehri kuranların Sümerler olduğunu göstermektedir. Fakat idare merkezi olarak önem kazanması I.Babil sülalesi zamanıdır. Bu ********n çökmesi üzerine Babil’de Asur kralları hüküm sürmeye başlamışlardır. Asur İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Babil’de Yeni Babil denilen yeni bir ********n kısa, fakat parlak egemenliği başlamıştır. Babiller aydın ve sanatkar bir topluluktur. Babiller kendi tanrıları olan Marduk’u ileri sürerek, yaradılış ve tufan efsanelerini bugün tanıdığımız şekilde yeniden işlemişlerdir. Babil mitosları genelde Babilanya çıkışlı olup, daha önceki Sümerli malzemenin sami biçimlerine dönüştürülmüş durumlarını temsil etmektedir. 1.1. Babil Tanrıları - Büyük Tanrılar Marduk: Suların getirdiği bereketi temsil eden Marduk, Ea’nın oğluydu. İlk zamanlarda tarım tanrısı olup alameti Marru:bel, idi. Tufan efsanesinden tanrılar krallığını almıştır. Zaferinden sonra tanrılar ona elli rütbe verdiler. Her biri ayrı bir niteliği temsil ettiği için Marduk tam bir tanrı oldu. Büyük tanrılar kader tabletlerine sahiptiler. Fırtına-kuş, Zu bir gün bunları çalınca Anu onları geri getirecek olana büyük bir kudreti vaad etti. Tabletleri geri almaya ancak rakibinin kafasını kıran Marduk muvaffak oldu. Bir başka defa; kötü ruhlar, ay tanrısı Sin’e kızdıklarından, Şamaş, İştar ve Adad’ı kandırarak Sin’in ışığını kapadılar. Anu ve Ea korkularından bir şey söylemedilerse de Marduk, Sin’e eski parlaklığını geri verdi. Daima kötülükle savaşan Marduk, genel olarak kılıçla bir ejderi yere yıkarak temsil edilir (Resim 1). Babil’in meşhur tapınağı Esagil’de, karısı Sarpanitle birlikte gösterilmiştir. Marduk için yapılan törenlerde çok ilgi çekicidir. Her yıl aynı tarihte, tanrının heykeli büyük bir kalabalıkla Esagil’den dışarı, kırlarda Akitu’ya götürülür ve cemaate emanet edilirdi. Sonra kutsal Fırat kıyılarından dönen tanrının Esagil’e geri gelemsiyle beraber on gün süren bu tören, tanrının, ölümünü, dirilişini ve evlenmesini temsil ederdi. Buna benzer kutlamalar Anu, İştar ve Nannar içinde yapılırdı. Marduk’un başında bulunan on tane halesi, çok parlaktı ve bu parlaklık korkunç bir görüntü arzediyordu. - Yıldız Tanrıları Sin: Ay tanrısı olduğundan çok önemlidir. Güneş Tanrısı Şamaş ve Merih yıldızı İştar onun çocuklarıdır. Zira ışığın geceden çıktığı kabul edilirdi. Sin, Ur şehrinde Nannar adını alır ve uzun lacivert taşından sakallı bir ihtiyar olarak temsil edilirdi. Her akşam sandalına biner ve ay şeklinde insanlara gözükerek göğü katederdi. Bazen tam yuvarlak bir şekilde aldığından ona da tanrının tacı denirdi. Bu değişmeler Sin’i çok esrarengiz yapmıştır. Karanlıkta ışık veren Sin kötülük yapmak isteyenlere engel oluyordu. Fena ruhlar ona bu sebepten isyan hazırlamışlardır. Sin, aynı şekilde bir zaman bölücüsü olup, çok da zeki olduğundan her ay sonunda diğer tanrılar onun öğütlerini almaya gelirlerdi. Karısının adı Ningal olup, Şamaş ve İştar’dan başka bir diğer oğlu da ateş tanrısı Nusku’ydu. Şamaş: Güneş tanrısı Şamaş, M.Ö.II.binde Babil kralı Hammurabi’ye 382 maddelik meşhur kanunlar yazdırmıştır (Resim 2,3). Bazı efsanelerde Marduk ile karışan bu tanrı, doğu dağlarında oturur, orayı koruyan akrep adamlar her sabah ağır kapıları açarak, Şamaş’ı dışarı çıkarırlardı. Gökyüzünden geçen güneş arabasını Batı dağlarına yaklaştırıp, oradaki bir kapıdan içeri girer ve toprağın derinliklerine kaybolurdu. Cesaret ve kuvvet, kışı ve geceyi kaçıran bu tanrının nitelikleriydi. Aydınlığı hükmetmesi onu bilhassa adalet tanrısı yapmıştır. Şamaş’ın Babil’deki tapınağı “Dünya Hakiminin Evi” adını taşırdı. Şamaşi aynı zamanda kehanet tanrısı olduğundan ‘barru:kahin’ aracılığıyla gerçeğide haber verirdi. Aya adından bir karısı ve iki soyut tanrı olan çocukları vardı. Kettu: Adalet, Meşarru: Hak. Tasvirlerde Şamaş tahtında oturan ve omuzlarından güneş ışınları çıkaran bir erkek olarak gösterilmiştir. Tacında dört çift boynuz bulunur, sağ elinde, hakimiyet ve adalet alametleri olan asa ve halkayı tutardı (Resim 4,5,6). Şamaş’a bilhassa Sippur şehrinde tapılmıştır. İştar: Göğün kraliçesi adıyla tanı Babil Mitolojisi Ortadogu söylentilerine göre Babil evrenin yaratilisi: Enuma Elis Tarihsel Ardalan Babil yaratilis söyleni, gökyüzünde iken anlamina gelen baslangiç sözlüklerinden Enuma Elis olarak bilinen destandir. Ingiliz Arkeologlarin,1845'te simdiki Irak topraklarindaki Ninova'da baslattiklari kazilar sirasinda bulduklari yedi adet kil tablet üzerine çivi yazisi ile kaydedilmistir. Bu tabletler IÖ 688 ile 627 yillari arasinda hüküm süren Kral Asurbanipal'in kütüphanesine aittir. Ninova'dan pek uzak olmayan Ashur'daki Alman kazilari 1902 de baslamis ve bunun sonucunda Babillerin ulusal tanrisi Marduk'un adinin yerine Asurlularin ulusal tanrisi Ashur'un adinin bulunmasi disinda tamamen ayni olan Enuma Elis'in bir baska degiskesi bulunmustur. Böylelikle, bu destanin, Babiller için oldugu kadar, Asurlular için de önemli oldugu anlasilmaktadir. Bu tabletlerin tahminen IÖ 1000 yillarina kadar dayanmasina ragmen,içerikleri ve biçimleri, üzerlerine kayitli olan hikayenin IÖ 1900'ler kadar eski yillarda var olabilecegini ortaya koyar. Babil'i IÖ 1728'den IÖ 1686 yilina dek yöneten Hammurabi'nin ünlü yasalar toplulugunun girisinde hem Enuma Elis, hem de Marduk'tan söz edilir. Giris kismindaki Ifade söyledir: "Tanrilarin Krali Enum ile göklerin ve yeryüzünün efendisi ve ülkenin kaderini belirleyen tanri olan Enlil'in, Marduk'u tanrilar arasinda üstün kildiklari, daha sonra ona Enlil'in tüm insanlar üzerindeki krallk görevini verdikleri ve sonunda Babil'i dünya devletleri arasinda üstün kildiklari zaman Enum ve Enlil beni, dindar ve tanridan korkan Hammurabi'yi, ülkenin üzerinde adaletin bir günes gibi parlamasini saglayarak ve böylece kötü olan herseyi yok ederek insanlarin hayatlarini zenginlestirmek için seçtikleri zaman." Babil'de hersene sonbaharin baslangicini simgleyen on günlük Yeni Yil festivalinin bir parçasi olarak, Enum Elis, husu içinde ezbere okunur ve dramatize edilirdi. Tatil, evrendeki düzenin yeniden kurulmasi, hayatin yenilenmesi ve gelecek yil için tüm insanlarin kederlerinin belirlenmesini vurgulayan ciddi bir olaydi. Bilim adamlari, Babillerin, Enuma Elis'te anlatilan kaos güçleri ile düzen güçleri arasindaki savasi pandomimle temsil ettiklerine inanmaktadir. Marduk mahkumiyetten kurtulana dek Babil sokaklarinda düzensizlik hüküm sürecektir. Daha sonra Marduk, Tiamat ve onun seytani güçlerine karsi tanrilarin gücünü temsil eden bir tören alayina önderlik edecektir. Marduk'un, Tiamat'i ve onun isyankar güçlerini alayci bir savastan sonra yenmesi ve evrende düzeni kurmasindan sonra Babiller onun suretini; babil sokaklarinda gösterisli bir resmi törenle karsilayacaktir. Bu büyülü yöntemle insanlar, kaderlerini kontrol eden tanrilari etkilemeyi ve bereket, bolluk ve iyi talihle dolu bir yil getirmeleri için ikna etmeyi ummuslardir. Ayrica Babil halki, bu söylemin Dicle ve Firat nehirleri üzerinde sihir gücüne sahip oldugunu da düsünmüs olabilirler. Bu nehirler her yil kiyilarini basmis ve sik sik yasadiklari yerlerin sert tufanlarla harap etmislerdir. Insanlar dramatizasyon ve büyü gücünü bu korkunç bahar tufanlarinin tahribine karsi topluluklarini koruyabilmek amaciyla kullanadilar. Marduk, söylen tarafindan onurlandirildiginda, ayni zamanda evreni yaratan ve kaostan bir düzen çikaran Babil'in koruyucusu tanrisi ve tanrilarin yeryüzündeki evi olarak Marduk Tapinagi'nin kuruldugu Bail sehri de onurlandirilmis oluyordu. Böylece söylen, hem dini bir görüsü hemde dünyevi ve siyasal bir görüsü birlestirmektedir. eni Yil Tatili sirasinda insanlarin kaderi belirlendigi kadar; Babil'in siyasal kaderide belirleniyordu. Böylece Enuma Elis, bir yaratilis söyleninden daha fazlasini ifade eder. Babiller Sümerlerin geleneksel yaratilis söylenini almislar ve onu, yeni ulusal, dini ve siyasal amaçlar için kullanmak amaciyla yeniden sekillendirmiserdir. Evrenin yaratilisi'nin açiklamasi, yildirim tanrisi Marduk'un yüce iktidara ulasmasi ve onun yeryüzündeki sehri olan Babil'in methedilmesi hikayesine dönüsmüstür. Baslica Tanrilar Sümer ve Babil tanrilarinin karsilastirilmasi: Tiamat(Babil): Ulu Tanriça veya Ana Tanriça, yasami besleyen, Apsu'nun karisi, Anisar ve Kiasari'in annesi, tuzlu sularin efendisi. Toprak Ana Tiamat(Sümer): Nintu(Ki)nin karsiligi Apsu(Babil): Tiamat'in kocasi, Ansar ve Kisar'in babasi, tüm tanrilarin ve tatli sularin efendisi. Apsu(Sümer): Anu(An)'in karsiligi Mummu(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oglu,sislerin tanrisi. Mumnu(Sümer): Karsiligi yok. Ansar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oglu, Kisar'in agabeyi ve kocasi. Ansar(Sümer) Karsiligi yok Kisar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun kizi, Ansar'in kizkardesi ve karisi Kisar(Apsu): Karsiligi yok. Anu[An](Babil): Ansar ve Kisar'in oglu. Anu(Sümer): Nintu'nun kocasi, tüm tanrilarin babasi ve efendisi. Her ikisinde de Gökyüzü tanrisi. Nintu[Ki](Babil): Erkek egemenligindeki yaratilis söyleninde yer almamistir. Burada Anu'nun karisi ve Enlil'in akrabalari yoktur. Nintu(Sümer): Tiamat gibi Ulu Tanriça veya Ana Tanriça, Anu'nun karisi, tüm tanrilarin anasi, ilk insani çamurdan yaratmistir. Enlil(Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasindaki havanin tanrisi. Enlil(Sümer): Anun ve Nintu'nun oglu, Hava ve Tarim tanrisi. Anu ile beraber tanrilarin efendisi olmustur. Istar(Babil): Nintu gibi,erkek egemenligindeki yaratilis söyleninde yer almamistir. Istar(Sümer):Önce Anu'nun sonra Sin'in kizi, Ulu tanriça veya Ana Tanriça, Ask ve Savas Tanriçasi. Ea(Babil): Anu'nun oglu, Damnika'nin kocasi, Marduk'un babasi ve Apsu'dan sonra tüm tanrilarin ve tatli sularin efendisi. Ea(Sümer): Ana,Nintu,yeryüzünün efendisi.Her ikisininde de yaratici zekanin, aklin, tüm sanat ve zennatlarin tanrisi. Damninka(Babil): Ea'nin karisi ve Marduk'un annesi. Damninka(Sümer): Karsiligi yok. Marduk(Babil): Ea ve Damninka'nin oglu, en akilli ve yetenekli tanri, tüm tanrilarin efendisi oldu. Marduk(Sümer): Anu ve Enlil'in karsiligi. Kingu(Babil): Marduk'a karsi Tiamat'in güçlerini yönetir. Kingu(Sümer): Karsiligi yok. Sini(Babil ve Sümer): AY Tanrisi, Samas'in Babasi. Samas(Babil ve Sümer): Sin'in oglu. Günes tanrisi, zayiflari,haksizlik yapilanlari ve gezginleri korur. Evrenin, Tanri ve Insanlarin yaratilisi Baslangiçta sadece su ve onun üzerinde salinip duran sis mevcuttu. Baba apsu ortaya çikti ve tatli sularin efendisi oldu. Ana Taimat ortaya çikti ve tutlu sulari yönetti ve her iki su birlikte aktilar. Onlarin oglu Mumnu, sulari kaplayan sislerin içindeydi. Ne en yukaridaki gökler ne de yeryüzü heniz ortaya çikmamisti. Sularin üstünde henüz ne bataklik ne de otlak araziler vardi. Ve henüz kamislardan örülmüs barinaklar yapilmamisti. Daha sonra, Apsu'nun tatli, Tiamat'in tuzlu sularin içinde Ansar ve Kisar sekillenmis ve sulardan disari çikmislardi. Amani gelince, Ansar ve Kisar, göklerin tanrisi olan Anu'nun ana babasi oldular. Buna karsilik Anu, Ea'nin babasi oldu. Onlardan daha akilli, daha anlayisli ve güçlü oldugu ve sihir kullanamada çok yetenekli oldugundan, Ea, hem babasini hemde büyükbabasini geçti. Yeryüzü tanrisi oldu ve büyük tanrilar arasinda rakibi yoktu. Genç tanrilar biraraya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar basina buyruk idiler ki, bu, Tiamat'i rahatsiz etti ve taskinliklari onu gücendirdi. Zaman geçtikçe Ana Tanriça onlarin davranislarindan nefret etmeye basladi, fakat onlara nasil davranmasi gerektigi de bilemedi. Apsu'dan onlarla konusmasini istedi, fakat bunu denediginde onu dikkate almadilar. Apsu, Tiamat ve Mumnu sorunu tartismak için biraraya geldiler. Apsu söyle konustu: "Tanrilarin davranislarina tahammül edemiyorum ! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapiyolar ve hiç uyuyamiyorum. Umutsuzca huzura ve sessizlige ihtiyacim var. Eger benim ricalarimi dinlemezlerse, gürültülerini yapabilecegim tek sekilde, yani onlari yok ederek durdurmak zorunda kalacagim". Kocasini sözleri Tiamat'i sinirlendirmisti, söyle cevap verdi: "Apsu, neler hissettigini çok iyi anliyorum. Biliyorsun ben de ayni sorundan yakinmistim. Ama yine de senin çözümün çok zalimce ! Kendi yarattigimiz çocuklarimi yok edecegiz ? Davranislari kaba ve oyunlari çok can ******, fakat yinede anlayisli olmayi denemeliymisiz." Bununla beraber Mumnu,Apsu'yu destekledi ve "Tiamat'in bu konudaki fikirlerini dikkate almamanizi öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planinizi uygulayin ve otorotinize karsi geldikleri için tanrilari yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karsi itaatsizlik ediyorlar ve davranislari sizde huzurzuluk birakmiyor." Mumnu'nun düsüncesini duydugu zaman, kafasindaki seytani plani begendigi için,Apsi'nun Yüzü Sevkle doldu. Apsu ve Mumnu'nun kendilerine karsi olan komplosunu tanrilar çabucak ögrendier. Haberi ilk duyduklarinda agladilar daha sonra kaderlerine karsi gelmenin bir yolunu bulamamanin çaresizligi ile sustular. Ancak en akilllari, en zekileri ve tanrilarin en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mumnu'nun planlarini bozmanin bir yolunu buldu. Önce tanrilari koruyacak büyülü bir daire olusturdu ve onlari güvenli bir sekilde içine yerlestirdi. Sonra Apsu'nun derin sularina dogru, onu derin bir uykuya daldiracak, Mumnu'ya güçsüz birakacak bir büyü okudu. Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlere bagladi, basindaki taci ve isik halkasini aldi ve kendi basina yerlestirdi. Orada, sularin derinliklerinde karsi Damninka ile huzur içinde yasadi. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odasida talihin odasi olmustu. Nihayet Ea ve Damninka, bütün tanrilarin en yeteneklisi ve akillisi olan marduk'un anababasi oldular. Tam bir yetiskin olarak dogmus olsa da, tanriçalar dogdugu günden itibaren, en bastan beri Marduk, bir önder görüntüsündeydi ve Ea oglunu görür görmez baba yüregi memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüs ve güç bakimindan deger bütün tanrilardan üstün olacak sekilde çifte tanri yapti. Marduk'un yüzünden isiklar saçan dört adet göz, herseyi görmesini sagliyor ve dört adet genis kulak herseyi duymasina yardimci oluyordu. Marduk dudaklarini ne zaman oynatsa agzindan atesler saçiliyordu. Ea,"Oglumuz göklerin günesidir"diye bagiriyordu. Gerçekten de Marduk'un basindaki on tane tanri hanesi öylesine parildiyordu ki, isimlarin parlakligi korkunç bir görüntü arzediyordu. Kendisine bakanlara dehset kadar da huzur veriyordu. ... Anu kuzey, güney, dogu ve bati rüzgarlarini yaratti ve bu siddetli rüzgarlar Tiamat'in sularini siddetle karistirdi. Bazi tanrilar bu firtinadan aci çekip huzur bulamayinca, kalplerinde kötülük duygulari olustu. Kingu'nun önderliginde annelerine söyle dediler: "Ea ve ona yardim eden tanrilar babamiz Apsu'yu öldürdügünde, sen onlara bunu yapmalari için izin verdim. Simdi de Anu, seni rahatsiz eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgarlari yaratti ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düstü. Hiçbirsey yapmadigina göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun ! Biraz o tanrilarimiz yok ettigini kocani ve Mumnu'yu düsün ! Tamamen yapayanliz kaldin. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldirarak Apsu ve Mumnu'nun Intikamini almiyorsun ? Biz seni destekleyecegiz." Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmustu. "Siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi. "Bize yardim etmeleri için canavarlara yaratacagim ve o tanrilara karsi savasacagiz." Isyankar tanrilar simdi kizginliklarini ifade etmek için kendilerini özgür hissetmislerdi. Ayaklanmalarini anlamak için gece gündüz biraraya gelerek görüstüler. Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yilanlarini yaratti. Gövdeleri kan yerine zehirle doldurdu ve onlarca keskin dislerle uzun zehir disleri verdi. Çok korkunç ejdarhalar yaratti ve bakanlarin dehsetten ölmeleri için, tipki tanrilar gibi onlarin da basina isik haleleri takti. Yilanlar bir kere ayaga kalti mi kimse onlara karsi ayakta duramazdi. Toplam 11 canavar yaratti: Engerek yilani, ejderha, fenks, büyük aslan, çilgin köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli firtina canavari, kir böcegi ve kentaur. Sonra Tiamat Kingu'yu, isyankar tanrilarin ve canavarlarin basina kumandan olarak seçti. Ona "Sana büyü yaptim Kingu"dedi. "Sana topluluktaki bütün tanrilara ögüt verme gücü verim. Sen simdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadasimsin. Emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktir. "Bu sözlerle Tiamat Kingu'nun gögsüne Kader tabletini asti. Böylelikle Tiamat, Apsu'nun intikamini almak için, kendi çocuklarina karsi savasmak üzere hazirlandi. Hiçbir seyde korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandilar ve yaninda yürüdüler.. Öfkeliydiler ve savasa hazirdilar. Tiamat "Zehiriniz düsmanalarinin üstesinden gelsin."diye bagirdi. Ea, Tiamat ve Kingu'nun Tanrilara karsi isyan hazirliklarini duyar duymaz büyükbabasi Ansar'a gitti ve onu savas hazirliklari konusunda uyardi. Ansar oldukça endiselendi: "Ea, Apsu'yu öldürdün, simdi de Tiamat'in kuvvetlerini önünde yürüyen Kingu'yu öldürmelisin." Ea,büyükbabasini hosnut edebilmek için elinden geleni yapti. Ancak Tiamat'i ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehsetle doldu ve onlari karsilayacak cesareti kendinde bulmadi. Korkakligindan utanarak geri çekildi ve Ansar'a geri döndü. "Tiamat, Kingu ve Tiamat'in canavar yilanalari asla büyülerine karsilik vermeyecekler" diye bagirdi, "onlar benden çok daha güçlüler." Bunun üzerine Ansar, Anu'ya döndü ve "Sen hem cesur, hemde güçlüsün. Tiamat'a karsi çik. Eminim ki Kingu'nun saldirisina karsi koyabilirsin"dedi. Anu, babasinin emrine itaat etti ve Tiamat'a karsi yola çikti. Bununla beraber onun dehsetli güçlerini görünce, ona karsi koyacak cesareti gösteremedi. Ea gibi, Ansar'a utanç içinde geri dödü. "Isteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü degilim" diye itirafta bulundu. Ansar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturdular. "Hiçbir tanri Tiamat ve kuvetlerine karsi savasamaz ve hayatta kalamaz" diye düsündüler. En sonunda Ansar nese içinde bagirdi, "Kahraman Marduk intikamizi alacaktir. O çok güçlü ve savasta çok büyüktür. Ea, oglunu getir." Marduk onlarin huzuruna çiktiginda, "Endiselenmeyin, ben gider kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Herseyden önce, size karsi gelen bir erkek degil. Tiamat, tüm silahlarina ragmen, bir kadin ! Öyleyse tanrilarin babasi, neselen ve mutlu ol. Yakinda Tiamat'in boynunu ayaklar altina alabileceksin." Ansar söyle cevap verdi: "Oglum ! Sen tanrilarin en akillisisin. Tiamat'i kutsal sözcüklerinle sakinlestirir. Firtina arabani al ve hemen git. Kingu ve Tiamat'in canavar yilanlarini seni durduramayacaklardir. Yok et onlari !" Marduk, Ansar'in sözlerini duymaktan çok mutlu oldu." Ansar, eger intikamimi alacak, Tiamat'i yenecek ve tanrilarin hayatini kurtaracaksam, bütün tanrilari meclise çagir ve üstün kaderini ilan et ! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattigim herseyin daim olmasini sagla…Emirlerim ebedi kalsin ve sözlerim daima yasasin ! " Ansar, danismanini yanina çagirdi ve söyle dedi: "Bütün tanrilarla Tiamat'in bize karsi olan isyanindan bahset ve onlara, Ea ve Anu'nun basarisizliga ugradigi yerde Marduk'un nasil basarili olacagini anlat. Onlara burada toplanmalarini söyle. Iyi sarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcimiz Marduk'un kaderine kara vercegiz. "Böylece tanrilar mecliste görüstüler ve Marduk'u yücelttiler. Önce ona, üzerinde oturarak baskanlik yapacagi, soylu bir taht insa ettiler. Sonra "Sen Marduk, sen yüce tanrilarin en önemlisisin. Senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrisi Anu'nun otorotisine sahipsin. Bugünden itibaren mecliste toplandigimizda senin sözlerin en üstün olacaktir. Senin kararlarin ebedi olacaktir. Tanrilar arasinda hiçbiri senin hükmüne karsi gelmeyecek. Sana tüm evrenin kralligini bagisliyoruz. Yücelme veya alçalma, yaratma veya yoketme senin elinde olacak"dediler. Sonra tanrilar Marduk'un önüne bir giysi getirdiler ve "Gücünü kanitlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çikar. Simdi gücünün büyüklügünü ortaya koy"dediler. O zaman Marduk giysiye emretti: "Kaybol" ve giysi kayboldu. Tekrar emretti:"Orataya çik!" ve giysi tek parça halinde ortaya çikti. Tanrilar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde çoskuyla bagirdilar: "Marduk kraldir" Ona tahtini, asasini ve tören kiyafetlerini verdiler. Sonunda da düsmanlarina karsi kullanmasi için benzeri olmayan silahlar verdiler. "Silahlar basarisiz olmayacaktir; düsmanlarini gerçekten de yok edeceksin" dediler. 'Sana güvenenlerin hayatlarini bagisla,ama kötü olan tanrilarin yasamalarina izin verme. Simdi git ve Tiamat'in hayatina son ver.' Rüzgarlar onun kanini gizli yerlere tasisin. Basarili ve amacina ulasmis olarak geri dön!" Marduk kendine bir yay yapti, ona bir ok takti ve omuzuna asti. Sag elinde asasini tutuyordu. Sol elinde ise zehiri yok eden bir bitki vardi. Yaninda Tiamat'i yakaladiginda içine sokmak için ag tasyordu. Önünde yildirimlar vardi. Gövdesini yakici ateslerle doldurdu. Sonra, Tiamat'in kaçamamasi için, çevresine dört farkli yöndeki rüzgarlari yerlestirdi. Daha sonra Marduk, kötü rüzgari, hortumu, kasirgayi, dört katli rüzgari, yedi katli rüzgari, siklonu ve benzeri olmayan rüzgari getirdi ve yedisini birden tuzlu sularin tanrisi olan Tiamat'in içini karistirmak için gönderdi. Yenilmez firtina arabasini dört canavardan -Tahrip Edici, Acimasiz, Ezici ve Uçucu-olusan yabanil hayvanlar çekiyordu ve görenlerin yüregi dehsetle doluyordu. Marduk arfabasina çikti ve savasta koku salan Vurucu saginda, atesli savasçilari defedebilecek dögüs ise sol tarafinda yer aldi. Her iki canavarin da ucundan zehir damlayan keskin disleri ve dilleri vardi. Sonunda Marduk dehsetli bir zirha büründü ve kafasina korkunç isik halelerini yerlestirdi. Dudaklarina, seytani kuvvetlere karsi büyülü bir koruma saglayan kirmizi bir macun sürdü. En sonunda da en güçlü silahi olan tahrip edici yagmur firtinasini çagirdi. Artik kudurmus Tiamat'i karsilamak için hersey hazirdi. Marduk'un görüntüsünü Kingu'nun kalbine dehset saldi ve aklini karistirdi. Kingu'nun güçleri Marduk'un parlakligina karsi gelemedi ve dehsete düstüler. Sonra Marduk, güçlü silahi tahrip edigi yagmur firtinasini, kizginliktan kuduran Tiamat'a karsi kaldirdi ve "Neden böylesine kötü bir savas baslattin ? Kendi çocuklarina saldiriyosun Onlari sevmiyor musun ? Ogullar babalarina karsi savasiyolar ve onlardan nefret etmek için bir sebebin yok ! Kingu'ya gerçekten haketmedigi bir rütbe bagisladin. Silahlarla donanmis ve güçlerinle sarili olsan da,seni benimle teke tek savasmaya çagiriyorum." Bu sözler üzerine Tiamat bilincini kaybetti. Basaklari titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bagirdi. Sonra Tiamat ve Marduk teke tek savastilar. Marduk, Tiamat'i etkisiz hale getirmek için agini firlatti. Tiamat, Marduk yakip yoketmek için agzini açtiginda Marduk onun agzini açik tutmasi için kötü rüzgari yolladi. Diger rüzgarlar Tiamat'in gövdesine girdi ve onu iyice genisletip açti. Daha sonra Marduk yayiyla onu vurdu. Ok midesine girdi, gövdesini yirtip kalbini parçalayarak onu öldürdü. Marduk,Tiamat'in cesedini yere firlatti ve üzerine çikti. Tiamat ölünce, onun yaninda yer alan tanrilar ikendi canlarini kurtarmak için dehset içinde kaçtilar. Ancak Marduk'un güçleri onlari çembere aldi ve kaçmalarina izin vermedi. Marduk, isyanci tanrilari tutsak etti, silahlarini parçaladi ve onlari aginin içine aldi. Sonra onlari hücrelere kapatti. Marduk, Tiamat'in yaninda on bir canavari zincirlerle bagladi ve vücutlarini ezdi. Kingu'yu esir aldi, gerçekte haketmedigi Kader Tabletini ondan aldi, mühürledi ve kendi gögsüne bagladi. Marduk tüm düsmanlarina boyun egdirdikten sonra. Tiamat'a döndü, bacaklarina basti ve asasiyla kafatasini ezdi. Kan damarlarini parçaladiktan sonra, kuzey rüzgari kanini gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat'in cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayirdi. Tiamat'in yarisiyla gökyüzünü kurdu, diger parçasiylada yeryüzünü olusturdu. Tiamat'in yarisiyla gökyüzünü kurdu, diger parçasiylada yeryüzünü olusturdu. Tiamat'in tükürügüyle bulutlari yaratti ve onlari suyla doldurdu, ancak rüzgarlarin, yagmurlarin ve sogugun sorumlulugunu kendisi aldi. Tiamat'in basini yeryüzündeki daglari olusturacak sekilde yerlestirdi ve Dicle ile Firat nehirlerinin Tiamat'in gözlerinden akmasini sagladi. Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasindaki havayi yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Yili, aylara ve günlere böldü. Ayin, Yani Sin'in,geceleri ayin degisik günlerini isaret edecek sekilde parlamasini sagladi. Geceleri Sin'e vedigi gibi, günesi yaratarak gündüzleri de Samas'a verdi. Evrende düzeni sagladiktan sonra Marduk, yarattigi emanetleri Ea'ya verdi. Kader Tableti'ni Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardim eden tanrilari babalarina karsi ayaklanmanin bosuna oldupunu hatirlatacak heykeller haline getirdi. Anu, Evlil ve Ea'ya döndügünde, Marduk söyle dedi, "Çok lüks bir ev siz, göklerden inip meclise katilacaginizda geeyi geçirebileceginiz bir tapinak insa edebilecek sekilde topragi saglamlastirdim. Tapinagima "Büyük tanrilarin Evi" anlamina gelen Babil adini verecegim. Tapinagi Yetenekli isçiler insa edecek." Tanrilar Marduk'a sordular, "Insa edecegin tapinakta kim yetki sahibi olacak ? Yarattigin yeryüzünde kim senin iktidarina, sahip olacak ? Babil'I sonsuza dek evimiz olacak sekilde olusturur ! Birilerinin bizim günlük ihtiyaçalimi getirmesini sagla ve biz de daha önce yaptigimiz isleri yapmaya devam edelim. Her iste yetenekli olan Ea'nin Babil klanlarini hazirlamasini sagla ve bizde isçi olalim." Marduk'un kalbi, bu cevabi duyunca neseyle oldu. Ea'ya "Kan toplayacagim ve kemikler yaratacagim ve onlardan bir vahsi yaratip, ona 'insan' adini verecegim" dedi. "Onun görevi tanrilarin rahat içinde yasamalari için onlara hizmet etmek olacak." Bilge Ea cevap verdi:"Tanrilari meclise çagir. Tiamat'a isyan etme fikrini veren tanriyi bize vermelerini söyle. Bu tanrinin ölmesini sagla ve onun kanindan insanlar ortaya çiksin." Marduk,tanrilari topladiginda söyle dedi:"Aranizdan kimin isyani tasarladigini ve Tiamat'i ayaklanmaya yönelttigini yemin ederek açiklayin.Sorumlulugu,utanci ve cezayi üstlenmesi için onu bana teslim edin.O zaman geri kalanlariniz bundan sonra huzur içinde yasayacak." Isyankar tanrilar kendilerini ayaklanmaya tesvik edenin Kingu oldugunu açikladilar.Sonra onu baglayarak Marduk ve Ea'nin huzuruna çikardilar. Ea,Kingu'yu öldürdü,kan damarlarini parçalara ayirdi ve onun kanindan ilk insani yapti.Sonra Ea onlara,amaçlarinin sadece tanrilara hizmet etmek oldugunu anlatti. Tanrilar ,böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmislardi. Ama önce Marduk'u sereflendirmek ve ona kendilerini kurtardigi için tesekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurtarmak üzere iki yil boyunca çalistilar. Tapinak tamamlaninca tanrilar duvarlarin arasinda toplanip olayi kutladilar. Sonra Marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler. "Marduk, tanrilar arasinda en üstün olsun ve onlari yönetsin"diye bagirdilar. "Yarattigi insan irkina çobanlik etsin. Onlar için ibadet ayinleri olustursun: Kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve hatmedilecek kutsal sözcükler. Bütün insanlar,günlein sonu gelene dek Marduk'u övmeyi ve ona saygi göstermeyi unutmasinlar. Tanrilarina hizmet etsinler ve beslesinler, tapinaklarina kusursuz baksinlar. Ülkelerini kalkindirsinlar, türbelerini insa etsinler ve Ana Tanriça'yi hatirlasinlar." Tanrilar,kutlamalarini sonunda görkeli basarilari ve islerinden dolayi onurlandirmak için,ulu tanri Marduk'un sahip oldugu 50 ad ve niteligi ikna ettiler. Son olarak söyle konustular:"önder ve çoban, Marduk'u sevindirsnler ki, ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. Marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiç bir tanri degistiremez. Akli çok sevgisi zengindir. Ama emirleri. Tiamat'i yendigi ve sonsuza kadar sürecek kralligi elde ettigi için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde herseyden üstün olsun." -------------------------------------------------------------------------------- 16-09-2006 #6 (mesaj-linki) TheGrudge Asurlular Aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Aşur/Asur (Qalat Şarqat)şehri ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken özellikle M.Ö. 2000 sonrası doğu-batı arası global ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş eskiçağhalkı. İlkçağda, Ortadoğu'nun e büyük imparatorluklarından birinin merkezi olmuştur. M.Ö.2. Binyıl'ın başından itibaren özellikle Anadolu'da koloniler kurmuş, Anadolu'ya yazıyı taşımışlardır. Asur ülkesi, önceleri Babil'e, MÖ 2. binyılın büyük bölümü boyunca Mitannilere bağımlı kalsalar da MÖ 14. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanmış ve Fırat'a kadar topraklarını genişleterek buralara yerleşmişlerdir. Daha sonra Mezopotamya'da, Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde büyük güç kazandı. Ama I. Tukulti-Ninurta'nın ölümünden (MÖ y. 1208) sonra gerileme dönemine girdi. MÖ 11. yüzyılda I. Tiglat-Pileser zamanında kısa süre yeniden eski gücüne kavuştuysa da, bunu izleyen dönemde hem Asur Krallığı, hem de düşmanları, yarı göçebe Aramilerin akınlarıyla yıprandı. MÖ 9. yüzyılda Asur kralları sınırlarını yeniden genişletmeye başladılar; MÖ 8. yüzyılın ortasından MÖ 7. yüzyılın sonuna değin III. Tiglat-Pileser, II. Sargon (Şarrukin) ve Sinahheriba (Sanherib) gibi güçlü kralların önderliğinde Basra Körfezinden Mısır'a kadar uzanan toprakları egemenlikleri altında birleştirerek günümüzde Yeni Asur İmparatorluğu olarak adlandırılanbir imparatorluk kurdular. Son büyük Asur kralı, Asurbanipal'di. Bu dönemde sanatta büyük bir gelişme olduğu bilinmekteyse de, hükümdarlığın son yılları ve MÖ 627'deki ölümünü izleyen dönemin olayları karanlıkta kalmıştır. Asur Krallığı MÖ 612-609'da Keldanilerin ve Medlerin ortak saldırılarıyla yıkıldı. İmparatorluğun çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan silinir. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmmekle birlikte kayıtlarda yeralmasa da eski imparatorluk topraklarında daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla bölgenin diğer halkları içinde eriyip gittikleri aşikardır... Zalimlikleri ve savaştaki atılganlıklarıyla tanınan Asurlular, anıtsal yapılar da bıraktılar. Ninive, Asur, Kalah (Nimrud), Dur Şarrukin (Horsâbad) ve başka yerlerde bulunan kalıntılar, Asurların mimarîdeki ustalığını göstermektedir. Günümüzde bazı Süryani toplulukları Asurluların soyundan geldiklerini iddia etmektedirler. -------------------------------------------------------------------------------- 20-09-2006 #7 (mesaj-linki) TheGrudge ESKİ MEZOPOTAMYA'DA ÖLÜM VE GELENEKLERİ Eski Mezopotamya uygarlıkları totemizmin izlerini halen taşımaktaydı: "Sümerlerin pek eski hükümdarlarının hayvan adını taşımaları ve ekserisinin hayvani şekillerde tahayyül ve tasvir edilmiş olmaları, totemizm devrinin hâlâ yaşıyan bir telakkisi gibi izah olunabilir. Kiş krallarından bir çoğunun ismi, köpek, kuzu, akrep, kartal gibi hayvan isimleridir." Bu totemist kalıntıların bu uygarlıkların ölüm ve ruh düşüncesini etkilemiş olduğunu varsayabiliriz. Nihayet cennet ve cehennem inancının ilk olarak ortaya çıktığı varsayılan Mezopotamya uygarlıklarının cehennem hakkındaki tasavvurları bu kalıntılar hakkında bize bilgi vermektedir: "Toprak altında, Apsu uçurumunun ilerisinde, dönüşü olmayan ülke bulunuyordu, buraya girerken yedi kapıdan geçmek ve her birinde bir örtüsünü bırakmak lazımdı. Son kapıdan geçen artık ebediyen hapis kalırdı. İştar bile oradan çıkamamıştır. Yalnız Enkidu, özel bir izinle gelip cehennemi tasvir etti. Karanlık ülkede ruhlar karma karışık olup, toprak ve çamurla beslenirlerdi, en talihli olanların yatakları ve temiz suları vardı." Ruhların cehennemde de dünyadaki gibi, daha doğrusu insanlar gibi beslendikleri varsayılmaktadır. Yine kozmolojilerinde bu kalıntıları görmekteyiz. "Tanrılardan başka, Utukku adı verilen iyi veya kötü cinler vardı. İyi olanlar kanatlı ve insan başlı boğa şeklinde tapınak kapılarında bekçilik ederler, insanları korumak için de görünmez olarak yanlarında bulunurlardı... Kötü cinler ise bilhassa mezar bulamamış ve merasimleri yapılmamış ölülerdi. Tanrılara bile saldırdıklarından bir defasında Sin'in ışığını saklamışlardı." Cehenneme Arallu derler ve ışıksız, karanlık bir ülke olarak tasvir ederlerdi. "Arallu denilen karanlıklar ülkesinde canavarlar sürüsü ve ölümlerinde son gömülme ritüellerinden yoksun kalmış talihsiz ruhlar çirkin kuşlar biçiminde dolanıp dururlardı." Ölümünden sonra bedenden ayrılan ruh Babil mitolojisine göre "kartal ya da başka bir kuş biçimine girip göğe yükselir." Ölümden sonra (eğer kral veya kraliyet ailesinden bireyse) ölen için insan kurbanı oldukça yaygın bir gelenekti. "Ölen kimsenin yakınları, askerleri, karısı, cariyeleri, hayvanları da beraber gömülürdü." Bunun nedeni ölen kişinin öbür dünyada da bu dünyadakine benzer bir hayat sürdüğü ve ölen kişinin öbür dünyada da rahat etmesidir. Yine kazılarda ortaya çıkarılan mezarlar incelendiğinde, ölen kişiyle beraber, günlük eşyalarının da gömüldüğünü görüyoruz: "naaşların başuçlarına veya elleri arasına vazolar, avadanlıklar, gerdanlık, bilezik ve küpe gibi ziynet eşyaları konulmuş olduğu görülmüştür. Anlaşıldığına göre bu eşyalar, müteveffanın onları öteki dünyada kullanması için konuluyorlardı. Bu gösteriyor ki, Ön Sümerler, öldükten sonra bir nevi hayat başladığına inanıyorlardı." Mezopotamya'nın ilkel uygarlıklarında mezarlar kum içerisine açılırken daha sonraki yıllarda mezarlar tuğladan inşa edilerek üzerleri bir kümbetle kapatılmaya başlanmıştır. Ancak bu mezarların biçimi ölenin sosyal ve ekonomik konumuna göre değişebilmektedir: "Fakirler, mustatil bir kovukta tabutsuz olarak yatırılmışlardır. Yanlarında kaba keramikler vardır. Burjuva sınıfına ait cenazeler ise, pişmiş topraktan mamul beyzi bir kap içine konulmuşlardır. Yanlarında birçok eşya ve müzeyyenat vardır. Zenginlerin mezarlarına gelince, bunlar tuğlalarla örülmüş, kümbetli müstatil birer mahzen şeklindedir. Bu mahzenlerde toprak vazolar, çanak ve çömlekler, eşya ve aletler, renkli taşlardan, altın ve gümüşten mücevherler, ziynet eşyaları bulunmuştur. Mezopotamyalılar ölenin ardından yas da tutarlardı. Bu konuda Gılgamış Destanı'ndan bilgi edinebilmekteyiz. Arkadaşı Enkidu'nun ölümüne çok üzülen Gılgamış: "Gözünü yokladı (Enkidu'nun); fakat Engidu, artık gözünü açmadı. Kalbini yokladı; kalbi atmadı... duyduğu acıdan arslan gibi bir sayha kopardı. Tıpkı yavruları aşırılan dişi bir arslan gibi. O, Engidu'nun yüzüne kapanıp saçlarını yoldu ve ortalığı dağıttı. Güzel elbiselerini parçalayıp yerlere fırlattı..." Destanın başka bir yerinde de yasla ilgili olarak şöyle deniliyor: "Seni (Gılgamış Enkidu'nun cenazesine sesleniyor) rahat yatakta yatıracağım. Evet, seni haşmetli bir yatakta rahat ettireceğim. Selamet olan bir makamda. Solumda bulunan bir makamda seni oturtacağım. Yeryüzünün bütün hükümdarları senin ayaklarını öpsünler. Senin için Uruk halkına ah ve figan ettireceğim; mesut kimselere etrafında matem tutturacağım, ve ben, senden sonra vücudumu murdar bir hale getirip, senin için kendimden geçeceğim. Sırtıma bir aslan postu atıp çöllere düşeceğim." Eski Mezopotamya'da ağıtçı kadınların bulunduğunu ise Gılgamış'ın şu sözlerinden anlıyoruz. "Beni dinleyin! Siz, ihtiyarlar, beni dinleyin! Ben Engidu için ağlıyorum. Arkadaşım için. Ağıtçı kadınlar gibi acı sızı döküyorum." Ruhun ölümden sonra nereye gittiği konusunda ise Gılgamış Destanı'nda şunlar yazmaktadır. "Eceli ile öleni gördün mü? -Evet gördüm. Gece yatağında uyuyup su, soğuk su içiyor. Harp meydanında öleni gördün mü? -Evet gördüm. Ana ve babası onun için uğraşıyorlar. Karısı da onun için çalışıyor. Cesedi kırda bırakılmış (mezara gömülmeyen) olanı gördün mü? -Evet gördüm. Onun ruhu yeraltı aleminde uyuyor. Ruhu ile kimsenin alakadar olmadığını gördün mü? -Evet gördüm. Hayvanlara yedirilen tencere kazıntısı ve sokağa atılan yemek artıkları onun gıdasıdır." Eski Mezopotamya uygarlıklarının Anadolu uygarlıklarını etkilediği muhakkaktır. Mezopotamya uygarlıklarından, örneğin Babil mitolojisine ait birçok söylence Hititçeye de tercüme edilmişti. Ölüm, ruh ve dini anlayışlarının da Anadolu'yu etkilemediği düşünülemez. -------------------------------------------------------------------------------- 07-12-2006 #8 (mesaj-linki) NihLe Sümerler Jeologlara göre dünyamizda HAYAT, sularda 20 milyon yil önce baslamis, antropologlara göre de ILK INSAN 250.000 yil önce canlilar arasindaki yerini almistir. Arkeologlara göre ILK RESIM, HEYKEL ve OYMALAR 30.000 yil öncelerine kadar uzanir. Din kitaplarindaki kissalarin yani sira, tarihçilere göre de ILK SEHIRLESME zamanimizdan 11.000 yil kadar öncedir. MEZOPOTAMYA'da (Güneydogu ANADOLU'nun uzantisi) M.Ö. 9000; ve Konya-Çatalhöyük'te M.Ö. 8000 yillarindadir. M.Ö.5000 yillarindan itibaren MEZOPOTAMYA'yi meydana getiren DICLE ve FIRAT nehirleri çevresinde (sonradan URAL ALTAYIK olarak adlandirilan) SÜMERLER, ELAMLAR, HURRILER; (SAMI) AKAD, ASUR, BABIL, MISIR; ve (yine sonradan bazilarinca Hint-Avrupai olarak adlandirilan) HITITLER yasamislar ve birbirleriyle sürekli sürtüsmüslerdir. Ilk yaziyi M.Ö.3300 yillarinda SÜMERLER bulmustur. Çivi Yazısı diye adlandirilan bu yazinin kökeni resim-yazi idi. Batida MISIR'i etkilemis, ancak Misir HIYEROLIF yazisi sonra kendi sistemi içinde gelismistir. Doguda ise Iran yoluyla HINDISTAN'a ulasmistir. INDUS YAZISI hep o asamada kalmistir. Daha doguda ÇINLILER ise çivi yazisindan bir ölçüde etkilenmisler, ama sonra kendi sistemlerini kurmuslardir. SÜMERLER yaziyi bulan millet olmakla yetinmemisler, GILGAMIS DESTANI ile ilk siir ve edebi yazi örneklerini de vermislerdir. SUMERLER MEZOPOTAMYA'nin güneyinde siteler, kanallar kurmuslardir. Ulastiklari medeniyet seviyesi ile hukuk, dil ve mimaride M.Ö. 2000'lerde bölgeye gelen Samileri de etkilemislerdir. Daha sonralari yöreye inen HITITLER de SÜMERLER'den dolayli olarak etkilenmislerdir. Bütün bu bilgiler gösteriyor ki, "Ari Kürdistan" diye adlandirilmak istenen BÖLGEDE, O TARIHLERDEKI ARI diye bilinen TEK HALK, belki HITITLER'DIR... Digerleri ya SAMI'dir, ya da TURANI'dir. Bunun ispati da, kil tabletlerdeki yazilarin hangi dile yakin oldugu konusunda yapilan çalismalardir. Pek çok yabanci yazarin o dönemde bölgede Ari bir dil tesbit edememesi bir yana; yaptiklari çalismalar SÜMER ve ELAM dillerinin bugünkü TÜRKÇE'ye hayret uyandiracak kadar benzedigini göstermistir. Prof. Hamit Zübeyir KOSAY'in bu konudaki katkilari da büyüktür. Kazim MIRSAN ise ilk yazinin duvar resimlerinde basladigini, ve bunlarin TÜRK sembolleri oldugunu belirtir... Ilerde detaylarina girecegiz. SÜMERCE ......... TÜRKÇE ad (adda) ........ ata ilu ............ ulumak izi .............. isi e ............. ev kiya .......... kiyi egi ........... ece (prenses) es ............ esmek ku ............. koymak ku (gümüs) ... kuyumcu (gümüsle ugrasan) gisku ........... sisko dim (dik duran) ...... dimdik de ................ demek duru ................ durmak kusu ................ kosmak güles (gülen adam) .... güles, gülenç ara (ir) (yürümek) ... aralasmak, irilmek bur (delik) .... burgu (delik açan alet) bal ............ balta bar ................ parlamak udun (firin) ... otun (ayrica firinda yakilan: odun) us (akil) .............. us ib ................. ip alim (kuvvetli,yüksek) ......... alimli tukul (dost) ..... tohul tam (safakvakti) ........... tan ulu (muhtesem, yüce) ..... ulu-ulug Bugin (göl).... Buget (biriktirilmis su, Anadolu) A-na ? ....... Ne ? (Anadolu'da hayret ifadesi:Aney!..) Bur ................ Bardak Buy, bun ............... Boyun Bu ............... Bulak (çesme) Bab ................. Baba Azag (mukaddes)........ Izgi, edgü (Eski Türkçe) Gig (zayif) .........Ig, yig (hasta, Eski Türkçe) Ud ( gün, zaman).......... Id, öd (zaman, Eski Türkçe) Zak (taraf) ............. Yak (yakin) Gup, kup (gitmek).......... Kopmak (kosup gitmek, Anadolu) Gim ? Kim ? ................ Kim ? Ama (ana) ........... Aba (Anadolu’da) Gis (odun) .......... Yis (Orhun Türkçesi) Gar (isik) ......... Yaruk (Eski Türkçe) gen (kadin hizmetçi) ...... Kün (cariye,Orhun’dan) Tag ............... Deg(mek) Ug, uku (halk) ......... Ugus (kavim) Vur, vir (sarki söylemek) ....... Yirlamak, irlamak Ur(u), ir (erkek) ......... Er, ir (Uygurca : uri) Gir (ates) ............ Kor Udun (ates) ........ Od, ot, odun (ateste yanan) Dingir ........Tengri (Eski Türkçe), TANRI, (Kumanca : dingir) Dagal (genis olmak) ........... Dagilmak SÜMERCE bazi kelimeler S harfiyle varligini YAKUTÇA'da sürdürür. Ancak bizim simdiki TÜRKÇE'de S-Y degisimine ugramis haliyle karsimiza çikar. Alıntıdır Son Düzenleyen NihLe; 05-03-2007 @ 09:44. Sebep: Yazı Boyutu Değiştirildi.. -------------------------------------------------------------------------------- 03-03-2007 #9 (mesaj-linki) ispermecet Grudge'nin eklediklerini okumadım fakat aralara göz gezdirdiğimde benim bildiklerim ile çakışıyor. Ancak NihLe'nin eklediği alıntıda doğru bilgiye rastlamak olanksız. Kaynak neresi acaba. Hayatın sularda 20 milyon yıl önce başlıyor demişler. 60 milyon yıl önce dinazorlar yok oldu. Yaşamın okyanuslarda başlaması 3.5 milyar yıl önce. İlk memeliler 40 milyon yıl, ilk primatlar 25 milyon yıl önce. İnsanın geçmişi 250.000 yıl yazılmış, homo sapiens olarak 100.000 yıldan beri varız. Fakat 3,5milyon yıl öncesinden bulunmuş hominid türleri var. Daha önceye ait henüz bir fosil bulunamadı ya da rastlanmadı. Bulunan ilk yerleşim 11.500 yıl önce Lut gölü yakınındaki Ürdün vadisinde 40-60 kişinin yaşadığı Dra köyü. Çumradaki Çatalhüyük'te ilk yerleşim M.Ö.7000 de başlamış. 8000 kişilk nüfusa ulaşıp dünyanın o zamanlar New York'u idi. Sümer dilinin Türkçe'ye benzemesi de amaçlı olarak çarpıtılmış bir bir varsayım. Fakat Sümerler kesinlikle Sami değildi ve dilleri ari olmayıp çok farklı, şu an ulaşılan bilgi bu. Babil Sümer uygarlığından etkilenip, herşeyi onlardan öğrenen Sami halkı Sümerlereden çok kalabalıktı. Onlar da uygarlaştı ve Sümer siteleri Sümerler tarihte yok oldular. Oradan göçtükleri veya sami ırkının geliştirdiği Akad devletlerine karışıp karışmadıkları hakkında kesin bilgi yok sadece varsayımlar mevcut. Son Düzenleyen ispermecet; 03-03-2007 @ 17:02. Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi -------------------------------------------------------------------------------- 03-03-2007 #10 (mesaj-linki) ispermecet BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup MÖ. 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugünkü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır. Kurulduğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine AKKAT ve Güney memleketlerine Sümer adı veriliyordu. TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRÜ Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür ERİDU kültürü olup (MÖ. 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini UBAİD kültürüne (MÖ. 3900-3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar. UBAİD kültüründen sonra URUK veya ERECH kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa ZİGGURAT denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (MÖ. 3000-2700) İLK SÜLÂLE DEVRİ (MÖ. 2700-2350) İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz: İLK DEVİR - Sümer Devri Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak ANU veya sonradan MARDUK, doğuş ve yaradılış tanrısı ARURU, Güneş Tanrısı SHAMASH (Arapların ŞEMS), toprak tanrıçası AN, su tanrıçası ENLİL, yeşillik tanrısı TAMMUZ, İSTHAR, ERİDU vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu ERECH Site/Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi GILGAMESH ilk devirde yazılmıştır. İKİNCİ DEVİR Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu. ÜÇÜNCÜ VE SON DEVİR ENSİ’nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru LAGASH Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen LUGAL yani kral adını almıştır. Meselâ, URUK sülâlesinden üçüncü kral LUGALBANDA hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur GILGAMESH'in hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan ANGAL ZAGES OFUMA (MÖ. 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup LAGASH şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır. AKKAD SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2350-2150) İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak KİSH ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. KİSH şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar GUTİ'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır. GUTİ SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2150-2100) Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı GUDEA'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür. ÜÇÜNCÜ UR SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2100-1960) Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de UUR MAMMU adlı bir vali tarafından iş başından uzaklaştırılmış ve 3. ERECH/UR Sülâlesi kurulmuştur. (MÖ. 1060) ISINLARSA SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 1960-1830) Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır. İLK BABİL SÜLÂLESİ (MÖ. 1830-1530) Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder. En meşhur kralı HAMMURABİ (MÖ. 1728-1686) zamanında bu şehrin yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür. KASSİT SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 1530-1150) HAMMURABİ'nin haleflerinden SAMSUİLUNA (MÖ.1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa KASSİTler baş kaldırır ve MÖ. 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı MÜRSİL 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir. İKİNCİ ISIN SÜLÂLESİ DEVRİ (M..Ö. 1150 - 1050) Son Kassit Kralı TİKULTİ - NİNURA bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General NEBUCHADNEZZARI (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar. ASUR HAKİMİYETİ (M.Ö. 1050 - 626) Asur Kralı ASHUR NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı MARDUK'u Asur Kralı SHALMANAZER - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki KALDE ve AREMEAN devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı TİGLATH PİLESER-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden NABONASSAR'ı getirmiştir. Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca TİGLAT PİLESER-3 tekrar ordunun başına geçerek Babili zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). TİGLAT bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. TİGLAT öldüğünde Asur Kralı SENNACHERİP (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı TİGLAT gibi yeniden Babile girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698) SENNACHERİB'in ölümü üzerine halefi ESARHADDON, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu ASHUR BANİPAL'a (kendisine Grekler SARDANAPALUS) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu SHAMASHSHUM-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve SHAMASSHUM-UKİN ağabeyi ASHURBANİPAL'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir. Üç sene kadar süren iç harp neticesinde ASHURBANIPAL Babili ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) SHAMASSHUM-UKİN kendisini öldürür. YENİ BABİL İMPARATORLUĞU (M.Ö. 626 - 539) ASHURBANİPAL'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden NAPOPOLAS-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için MED ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve NİNOVA'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi. Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te CARCHE-EEMISH (Karkamış) mevkiinde NABOPOLASSARIN oğlu NEBUCHADNEZZAR-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan NABUCHADNEZZAR-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrael oğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir. Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (CYRUS) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539) Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Arablar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı. DevamBABİL KULESİ Babil Kulesi adına ilk kez Kutsal Kitaplarda Tevrat'ın tekvin kısmının ll inci bölümünde rastlarız. "Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, Doğuya göçtükleri zaman Şinar Diyarında (SÜMER) bir ova buldular. Ve birbirlerine dediler: Gelin, ker*** yapalım ve onları iyice pişirelim ve onların taş yerine ker***leri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağıtmayalım diye gelin kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim ve kendimize nam yapalım". Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk efsanelerinde nesilden nesile aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı NİMROT'un "NEMRUT" Krallığını kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur. Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı dillerdeki karışıklığın simgesidir. Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran (Bitüm) dan yapıldı. Babil kelimesinin İbrani'ce kökü BALAL olup karışıklık demektir. Eski AKKAT diline göre ise BABEL, BABİLİ, Tanrı Kapısı, Tanrı Şehri demektir. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşır. Kutsal kitaba göre bu küstahlığa kızan Tanrı, birlik halinde olan, tek dili konuşan ve aralarında anlaşan bu meraklı kullarının dil birliğini bozmuş,aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur. Kutsal Kitaptaki bu kulenin aslında bir Sümer ZİGGURAT'ı olduğu genel olarak kabul edilmiştir. Arkeolog/Sümerolog Benjamen de Tudala bu kulenin bugün Irak'ta bulunan BORSİPPA şehri (şimdiki adı HİLLAL) yakınında bulunan BİRS NİMROT harabelerinin kendisi olduğunu söyler. Diğer bir bilgin Niccolo de Conti bu kulenin Bağdat yakınında AQUARQUF denilen bir yerde bulunan dev bir Ziggurat'ın kendisi olduğunu iddia eder. İngilizce'de BABEL ve BABBLE tabirleri phonetic yönden aşağı yukarı aynıdır, hem Babil Şehrini, Babil Kulesini, Yüksek Vina, Ana baba günü mânâsına karışıklık günü, kargaşalık mânâsına gelebileceği gibi ikinci bir mânâ da zevzeklik, boş lâf, gevezelik demektir. BABİL ESARETİ Tarih kitaplarında meşhur Babil Esareti denilen olaya gelince. Bu olay genel olarak bilindiği gibi tek bir defaya mahsus bir sürgün olayı gibi gözükür. Aslında İsrail Oğulları bir çok kereler yapmış oldukları savaşların neticesinde yerlerinden yurtlarından olmuşlardır. BİRİNCİ OLAY: Kuzey İsrael Devleti Kralı ACHAZ kendi krallığı içinde Semitik kavimler tarafından başlatılan bir isyanı bastırmak için Asur Kralı TİGLAT PİLESER-3 ü yardıma çağırdı. İsyan İsrael kısmındaki Samariye krallığına Suriye kralının bir yakını olan RESON'un getirilmesini bahane eden İsrael ve Aramaen kavimlerinin protestoları üzerine başlamıştı. ACHAZ, TİGLAT PLESER-3 e rüşvet olarak ayrıca sarayında bulunan bir çok tarihi kıymetli eşyayı da hediye etti. TİGLAT'ın kumandanları isyanı bastırdılar, ancak Kuzey İsrael Devleti de ister istemez Asur Kralının himayesini mecburen kabullenmiş oldu. Samariye devletindeki ileri gelen aileler ve sanat ve zanaat erbabı, cengâverler M.Ö. 734'te TİGLAT tarafından bir tedbir olarak Suriye yakınlarında bulunan HAMAT, HERMON ve SIPRAİM diyarına sürgün edildiler. Daha önce de yukarıda bahsetmiş olduğum parçala ve yönet politikası gereğince. İKİNCİ OLAY: TİGLAT PİLESER-3 M.Ö. 727'de öldü. Kuzey İsrael Krallığının başında bulunan OSEE, ASUR Devletinin bu iç karışıklığından istifade etmek istedi. Mısır Firavunu SABE ile gizlice anlaştı ve elinden çıkmış olan yerleri geri almak için harekete geçti. Ancak uzun süren savaşlar sonunda TÎGLAT'ın oğlu SARGON-2'ye yenildi (M.Ö. 722) kadın, çocuklar dahil olmak üzere 20,000 kadar Samariyeli İsraelli Asurun genel politikasına göre HARRAN, HABDUR ve GAZZE diyarlarına sürüldüler. Arkeolog SİNAİSCHİFFER'e göre bu yerlerde yapılan kazılarda günlük ticari yaşantıya ait kil tabletler bulunmuştur. M.Ö. 692 ile 612 yıllarına ait olan bu tabletlerde NEDABYAHU, EÜYAHOU, NERİYAHOU gibi Yahvist menşeli isimler yanında SAUL, HANINA, ABİDANHU, AHİRAM, NABOT, PEKAH, USİ, OSEE, MENAHEM, AMRAM, AHİRAM, ABİRAM gibi İbrani köklü isimlere rastlanmıştır. Bu kişiler o devirlerde kâtip, tacir, vekili harç, kuyumcu, sarraf vs. gibi gözde mesleklerin başındaymışlar. ÜÇÜNCÜ OLAY: Güney İsrael Devleti veya JUDA KRALLIĞI Kralı ACHAZ M.Ö.720 de öldü. Yerine oğlu EZECHİAS geçti ve babasının izlediği uzlaştırıcı ve sulhçu politikanın aksine hareketle ASUR boyunduruğundan kurtulmak istedi. (Hatırlanacağı üzere JUDA Krallığı M.Ö. 734 ilâ 609'a kadar süren bir yasal devlet halinde idi.) Asur Kralı SARGON-2'nin o tarihlerde en çekindiği rakibi Kaide Prensi MERODAK BALADAN idi. Bu prens ASUR devletine karşı bir isyan tertipledi, buna Elam Kralı HAMAD ve Firavun SEBE de gönülden katıldılar. JUDA Kralı EZECHİAS da verilmiş olan sadakat yeminini bozarak bu koalisyona katıldı. SARGON teker teker isyanı bastırırken öldü yerine SENNACHERİB geçti ve isyanı bastırarak Kudüs önlerine geldi ve şehri kuşattı. Ancak ya veba hastalığı veya tarihçi Herodot'un dediğine bakılırsa fare sürülerinin Asur ordusunun ok yaylarının kirişlerini kemirmeleri üzerine ve bu arada yeni bir Mısır ordusunun güneyden kuşatma hareketinin başlaması haberinin gelmesiyle kuşatma kaldırıldı. JUDA Kralı EZECHİAS'ın bunu Yahvenin bir yardımı olduğu düşüncesi, inancı ve sevinci çok sürmedi, SENNACHERİBİN oğlu NABUCHADNEZZAR-2 güneyden gelen Mısır ordusunu Karkamış (Kadeş)'te imha etti ve yeniden Kudüs önlerine geldiğinde JUDA Krallığı tahtında üç aylık Kral YEHOYAKİN'i buldu. Kendisi dahil, anası, karıları, çoluk çocuğu, ileri gelen asker ve mülkî erkânı, ustalar, silâhçılar ile seçkin sınıf ile birlikte Babil'e götürüldü. Bu tedbirin şimdilik yeterli olduğuna kanaat getiren NEBUKO, JUDA Krallığının başına YEHO-YAKİN'in ihtiyar amcası ZEDEKİAS'ı getirdi. İradesi zayıf bir kişi olan bu kişi önceleri NABUKOYA sadakat vaat etmekle birlikte, Elam Krallığının yeniden Babil'e karşı ayaklanması üzerine ve başta rahiplerin teşviki ile EDOM, MOAB, AMMON, TİR ve SİDON Kralları ile birlikte yeni bir iç savaşa katıldı. NABUKO idaresindeki ordu bu defa kararlı olarak Ocak 587'de Kudüs'ü kuşattı ve M.Ö. Temmuz 586 'da Kudüs'e girdi. Başta din adamları olmak üzere 80 kişi kadar idam edildi. ZEDEKİAS kör edilmeden önce bütün oğulları gözlerinin önünde boğazlandı, kendisi de zincire vurularak Babil'e götürüldü. Juda Krallığı işgal edildi, surları, Süleyman Mabedi, kaleleri yakılıp yıkıldı ve bir siyasî cemaat olarak tarihten silindi. Bundan böyle gerek Kuzey ve gerek Güney İsrael devletleri tarihe karışmış oldu, sadece bir cemaat, Sinagog / Klise şeklinde kaldılar. BABİL ESARETİ VE ÖNEMLİ SONUCU Aslında uzun ve ayrı bir çalışmaya konu teşkil edebilecek olan bu bölümü kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: Babil esareti ile onu takip eden olaylar insanlık tarihinde büyük fikri aşamalara sebebiyet vermiştir. Tarihçi Wells biraz aşırıya kaçarak "Babil esaretinden evvel Yahudiler pek o kadar kültürlü ve bir kavim olarak hukuki bir beraberlik içinde değildi, pek azı okur yazardı, ilk tarihleri hakkında dokümanter kaynakları yoktu, ilk kutsal kitaptan bahis Kıral Josias'tan başlar. Babil esareti onları hem eğitti ve hem birleştirdi" der. İddia biraz katı olmakla birlikte hakikat payı da vardır, gerçekten Babil esaretinden önce Tevrat sadece Musa'nın Beş Kitabından ibaret idi (PENTATEUCH) (TEKVİN/GENESİS), ÇIKIŞ/EXODUS), LEVİLİLER/LEVİTİCUS), SAYILAR/NOMBRES), (TESNİYE/DEUTEURENOME). Tarihler (Chronicles), Mezmurlar (Psalms), Süleyman'ın Meselleri (Proverbes) ve diğer yazılar Babil esaretinden sonra kaleme alınmıştır. İŞAYA, YERAMİAH, HEZAKİEM, DANİEL, HOŞEA, YOEL, AMOS, OBEDYA, MİKA, NAHUM, HABAKKUK, HAGGAİ, ZEKARYA, EYÜB, ESTHER EZRA vs. gibi. Saymış olduğumuz bu kişilerin bazısı meselâ JEREMİAH, İŞAYA, HAGGAİ, DANİEL, EZRA ve MİKAH gibilerine Büyük Peygamberler / Nebiler, MALAKİ, AMOS, HOŞEA, NAHUM gibilerine Küçük Nebiler denmiştir. Daha doğrusu Eski Ahit kitabında 12 Büyük Peygamberler arasına giren ve girmeyen meselesi vardır. Bu büyük filozoflar her zaman Tanrının birer direkt habercisi olduklarını iddia ederler, kitleler karşısında söze başlarken alışılagelmişin dışında hiçbir takdime ve merasime yer vermeden "Şimdi bana Rabbin sözü vaki oldu" diye başlarlardı. Yani Tanrı ile doğrudan doğruya temas halinde olduklarını ima ederken dış kült ve ritüellerin lüzumsuzluğuna işaret ederlerdi. Bu kişiler siyasi ve sosyal reform taraftarı idiler bu sebeple bir çoğu ya idam edilmiş ya da sürgünlerde sefalet içinde ölmüştür. Müşterek konuları tek bir tanrı emri altında bütün insanlığın bir araya gelmesi" hümanizma ideali" dir. Bu büyük filozoflar insanın öncelikle insan olmak sebebiyle bir moral değer ve haysiyeti olduğunu savunmuşlardır, feyişler, batıni ve karanlık fikirlerden arınmak bu büyük adamların başlıca hedeflerindendir. Meselâ Zekeriya Peygamber İnsanoğlunu kurtaracak bir Savioo / Sauveur / Soter / Kurtarıcı fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir önceleri Kuruş, sonra Zerubabbel, sonra Simon Bar Kobba, ve Hz. İsaya kadar gelir ve sonsuza doğru gider. Peygamber EZEKİEL insanın adil olduğu nispette ikinci bir ruhsal hayata hak kazanacağına işaret eder. MALAKİ, Tanrı ağzından şu ahlâk kaidelerini hatırlatır “Çalınmış olanı, topalı ve hasta olanı takdime için getiriyorsunuz ve sürüde erkek hayvanı varken adak adayıp Rabbe kusurlu olanı kurban edene lanet olsun.....diyor ve sizleri düşman kılıcına vereceğim......” gibi. Bu peygamberler tanrının birer habercisi olduklarını söylerlerken milli Tanrı fikrinden uzaklaşmışlardır. Çünkü işgal edilip Süleyman Mabedi arkada bırakılıp Babil’de esaret hayatına başlanınca halk periyodik mabet ziyaretlerini yapamaz oldu, daha doğrusu Süleyman Mabedinde ibadet etmek imkânsız hale gelince bu duruma bir çare bulmak gerekti. Peygamberler ve bilhassa NEMENİAH Babil’lilere yazdığı mektuplarla Tanrının ritüel ve mabet ayinleriyle ilgisinin şart olmadığını bunun insanın kendi içinde teşekkül edebileceğine dair sayısız telkinlerde bulundular. Mabetlerinden ayrı düşmüş olan İsrail çocuklarının Mâbed’de kurban ve takdime vermeden de Tanrının lütfuna mazhar olabilecekleri ve gelecekte Tanrı Jahvenin İsrail Kavmi ile yeni bir ahite girişeceği ve bu günlerin çok yakın olduğu fikrini git gide yaydılar. Yukarıda söylediğim Kurtarıcı / Soter / Mesih fikrinin doğması bu devirlerde yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Böylece bu büyük nebilerin tesiriyle insanlık tarihinde çok ilginç bir yer tutan PROFETİZM (PEYGAMBERLİK) müessesesi çok köklü bir değişikliğe uğramaktadır. Bundan böyle Nebilik Hz. DANİEL örneği bir falcılık, rüya tabirciliği, remilcilik, ekmek parası kazandıran bir uğraş olmaktan çıkıp, yalın bir felsefî ekol şekline dönüşmektedir. Bir gün AMOS'a bir fal bakmasını söylediklerinde verdiği cevap şu olur "Ben ne peygamber ne de peygamber oğluyum". Bu cevabıyla günlük yaşam derdinden uzak olarak sadece tanrısal düşüncelerle ilgili bir kişi olduğunu ima etmektedir. Bu yeni Nebi sınıfı, düşünce ve fikirlerini semboller, alegoriler, paraboller ile izah etmişlerdir. RENAN dahil bir çok yazarlarca bir extaz, psikopatolojik bir hal olarak izah edilmek istenen bu garipsi haller, aslında bu kişilerin cahil kitlelere, sansür ve terör rejimleri zamanında en etkin şekilde hitap edebilme imkânlarını gösterir. Meselâ Nebi NEHEMİAH bir gün halk içinde dolaşırken Babil için bir beddua yazıp Fırat nehrine atar. Bunun sembolik mânâsı Babil’in yakında batacağına işarettir. İŞAYA Peygamber, sokaklarda tamamen çıplak dolaşır. Bunun mânâsı İsrael devleti eğer Mısır ve Amori Devletleri ile ASUR Devletine karşı geldiği takdirde kendisine benzeyeceğini imadır. Unutmadan ilâve edelim bütün nebilerin benzer vasıfları sulh taraftarı olmalarıdır. Bu yüzden vatan hainliği ile suçlanmışlardır. Bu peygamberler, yaşadıkları dönemde BABİL Devletinin veya yerine göre ASUR Devletinin kendi küçük Krallıklarını eninde sonunda yok edeceklerini çok iyi biliyorlar ve bunun İsrael Tanrısı YAHVE'nin arzusu ile olacağını bildiriyorlardı. Zamanına göre bir vatan hainliği sayılabilecek bu denli pervasızca fikir yürütme aynı zamanda Milli Din inanışlarına da ters düşmekteydi. JAHVE gibi İsrael oğullarının milli tanrısı onu yücelteceği yerde düşmanları ile bir olup onu yok etmek istesin, bu o zamanlar için akıl almaz bir durumdu. İbrahim ve Musa Peygamberler zamanından kalma bir ahit ile var olan statükoya ters düşen bu duruma yeni Peygamber nesli şöyle bir izah tarzı bulmuşlardır : Tanrı Yahve sadece İsraelin Tanrısı değil, evrenlerin ve bütün insanlığın tek Tanrısıdır, bütün kavimlerin hükümdarı, hakimi ve mutlak yargılayıcısıdır. NEHEMİAH şöyle der : 13/23 "Ve eğer yüreğinde niçin bunlar başıma geldi dersen fesadının çokluğundan, eteklerinin açılmasındandır". İŞAYA ( 45/22 ) Evrensel bir Tanrı için şöyle der:"Ey dünya kavimleri, hepiniz bana yönelin de kurtulun. Çünkü Rab benim ve benden başkası yoktur ". AMOS (9/7 ) "İsraeli Mısır diyarından, kurtardığım gibi Filistinlileri Keftordan, Suriyelileri Kırdan ben çıkarmadım mı?" Babil Kulesinin mimarı ve akıbeti konumuz dışıdır. (Mimar Peleğ olup Nuh Peygamberin Shem kolundan gelen 5inci oğludur). İbrahim Peygamberin de atasıdır. Kutsal Kitaptaki söz konusu Babil Kulesi olayını salt bir efsane saymak safdillik olur. Bizlere bir işaret verilmiş bir şeyler ima edilmiştir. GİLGAMESH efsanesinde lokal dahi olsa bir Tufan hadisesinin mevcudiyetini biliyoruz. Ayrıca Tekvin X 1.1.deki "Ve bütün dünyanın dili ve sözü birdi" cümlesi biraz şairane gibi görünür. Zira o tarihlerde Sümer, Kaide, Elam, Akkat, Mısır Kavimlerinin kendilerine has yazı ve dilleri zaten mevcut idi. Babil Kulesine dair olay URARTU, HİTİT VE NİNOVA Tabletlerinde yoktur. Olay tamamıyla İbranî kaynaklıdır. Bitüm yani katran ile harç kullanılarak tuğla ile yapılan inşaat tarzı oldukça yeni devirlere rastlar. John T. LAWRENCE, ahlâki bir hikâyeyi yansıtan bu İbranî menşeli olay ile eski Yunan / Minos Medeniyeti Mitolojideki Devlerle Olimpus Tanrılarının mücadelesi efsanesi ile bir paralellik görür. Mitolojideki Devlerin, Olimpus Dağındaki Tanrılarla boy ölçüşmeye kalkmaları gibi, Tevrattaki, insanoğlunun kibir ve küstahlığı neticesinde perişanlığa uğramış ve yıkılmıştır. SEMBOLİK İZAH: İddialı insanoğlu, toprağa bağlı olduğu oranda faniliği hiçbir zaman yenemeyecek, ölümsüzlüğe kavuşamayacaktır (GİLGAMESCH). Aksi takdirde ilâhi adalet bozulacak ve karışıklıklar doğacaktır. Kutsal Kitabedeki olay tarihi ve sosyolojik gelişmenin, büyük imparatorlukların, büyük beldelerin, büyük dinlerin tedrici genişlemelerini anlatır. Babil Kulesi efsanesinde, rasist ve şoven iddia ve cereyanların toplumu ne denli dağıttığını ve tahrip ettiğini ima eder. Bir sınıf veya zümrenin dayandığı kolektif, oligarşik baskı ve zulüm, sonunda kitleler arasında dağılmalara, bölünmelere yol açar. Kutsal Kitaplardaki Tanrının (Yahve) yer yüzüne inip duruma göz atması ve sonra insanların dilini karıştırıp onları kargaşalığa sürüklemesi, sembolik olarak insan oğlunun, totaliter baskıya karşı uyanan adalet ve karşı koyma hissinin doğmasından, hür fikir ve düşüncelerin filizlenmesinden başka bir şey değildir.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol