bilgi güçlendirir

19. yy'da İşçi Hareketi ve Marksizmin Doğuşu

19. yy'da İşçi Hareketi ve Marksizmin Doğuşu

 
1. işçi Hareketinin Başlangıcı
Proletaryanın Sınıf Olarak Şekillenmesi
İngiltere'de Çartist Hareket
Fransa'da işçi Hareketinin Başlangıcı
Devrim-Öncesi Günlerde Almanya
İşçi Sınıfının Savaşım Biçimleri
2. Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu
Ütopik Sosyalizm
Klasik Alman Felsefesi
Burjuva Ekonomi Politiği
Karl Marx ve Friedrich Engels
Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm
Marksist Ekonomi Politik
Bilimsel Sosyalizm Teorisi
3. Avrupa'da 1848-1849 Devrimleri
4. işçilerin Uluslararası ilk Örgütleri, Enternasyonal
5. Paris Komünü
Fransız-Alman Savaşı
Paris'te İktidar İşçilerin Eline Geçiyor
Komün Tarafından Alınan Önlemler
Paris Komününün Yenilgisinin Nedenleri
Paris Komününün Tarihsel Önemi

1. İŞÇİ HAREKETİNİN BAŞLANGICI
PROLETARYANIN SINIF OLARAK ŞEKİLLENMESİ


Sanayi devriminin sonucunda, kapitalizm, yeni bir aşamaya, makineli üretim aşamasına girdi. Kapitalist üretim ilişkileri, yavaş yavaş toplum içinde egemen olmaya başlıyor ve işçi sınıfı (proletarya) ile burjuvazi arasındaki savaşım, yeni çağın başlıca içeriği haline geliyor.
Ama kapitalist üretim ilişkilerinin zaferi, kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Yeni sınıfların, eski egemen sınıflara karşı siyasal ve iktisadi savaşımları döneminin, Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde 17. ve 18. yüzyıllar boyunca süren ve 19. yüzyılın birinci yarısında son bulan uzun bir dönemin sonucu oldu. Bu dönemin başlıca çizgisi, burjuvazinin iktidar savaşımıdır: iktidarı bir kez eline geçirdikten sonra, burjuvazi, iktisadi ve siyasal bakımdan egemen sınıf haline gelir.
18. yüzyılın sonunda, özellikle 19. yüzyılın ilk yarısında, makinecilikteki büyük ileri atılım, işçi sınıfında bir bilinçlenmeye (sayfa 82) yolaçıyor, işçi sınıfı kendi öz örgütlerini yaratıyor, kendi çıkarları için bağımsız bir savaşım başlatıyor ve kendi öz ideolojisini hazırlıyor. Başlangıçta, ve genel kural olarak, işçi sınıfı, burjuvazinin feodaliteye karşı ilerici savaşımını destekliyor; sonra özellikle siyasal iktidarın burjuvazi tarafından ele geçirilişinden sonra, sosyalist düzeni kurmak için burjuvaziye karşı savaşıma girişiyor. Bu savaşım, tarihin bütün akışını belirleyecektir.
Her ne kadar Avrupa'nın birçok ülkesinde burjuva devrimleri patlak verdiyse de, feodal düzenin kalıntıları, sınai ilerlemeleri dizginliyordu. Nüfusun öteki tabakaları, en başta da işçi sınıfı tarafından desteklenen burjuvazi, bu feodal kalıntılara karşı savaşıma girişir. Yavaş yavaş işçi sınıfı siyasal yaşamda belirleyici bir rol oynamaya başlar; daha büyük bir tutarlılık ruhuyla savaşır ve demokrasi ister. Kendi niteliği gereği, işçi sınıfı en ilerici sınıftır: modem sanayie bağlıdır ve özel mülkiyete sahip değildir. Proletarya, insanın insan tarafından her türlü sömürüsüne karşı savaşır, çünkü, kendisi, kıyasıya sömürülmekte olup, hiç kimseyi sömürmemektedir. Üretim araçları özel mülkiyetinin kaldırılmasını ister.
Elbette ki işçi sınıfı, tarihsel özel görevinin ve görevlerinin hemen bilincine varmaz; başlangıçta, burjuvazinin manevi etkisi altında kalır, ama siyasal, iktisadi ve ideolojik savaşım sırasında gitgide bu etkiden kurtulur, ve kendi öz deneyimiyle, gerek kendi haklan ve gerek bütün halkın çıkarları için, bağımsız bir savaşımın zorunluluğuna inanır. Bu süreç, ülkeden ülkeye değişiklikler göstererek, ama her yerde aynı anlamı taşıyarak, 19. yüzyılın ilk yarısında gelişir.

İNGİLTERE'DE ÇARTIST HAREKET


İngiltere, kapitalist gelişme yoluna, öteki ülkelerden daha önce girdi. Ekonomik alanda feodal ilişkilerin pek çoğu çok erkenden kaldırılmış olduğu için, İngiltere'de, bir burjuva siyasal sistemi kurulabildi ve işçi hareketi kendini gösterdi. (sayfa 83)
O çağda İngiltere'de ortaya konan başlıca siyasal sorun, seçim sisteminin demokratlaştırılmasıydı. Yürürlükteki yasalara göre, parlamento seçimleri, nüfus sayısına göre nispi olarak değil, boyutları ve nüfusu farklı olan coğrafi bölgeler esasına göre yapılıyordu. Bundan şu sonuç çıkıyordu: parlamentoya, toprağa sahip olanlar, toprak aristokratları, büyük ' sanayici ve bankerler seçiliyordu ve büyük kentlerle az nüfuslu yerler, eşit temsilci sayısına sahip oldukları için, kentlerden gelen milletvekilleri, parlamentoda azınlıkta kalıyorlardı. Feodalitenin siyasal alandaki kalıntısı olan bu temsil sistemi, sanayiin gelişmesini yavaşlatıyordu. Feodallerin çıkarlarının sözcüsü olan parlamento, 1815'te buğday fiyatını yükselten "Tahıl Yasaları"nı çıkardı. Toprak sahipleri için yararlı olan bu yasalar, açlıktan ölmemeleri için işçi ücretlerini artırmak zorunda kalan burjuvaziye zarar veriyordu; emekçilerin durumu ise, bu yasalarla, daha kötü oluyordu. 1819'da kabul edilen bir yasa, yünün İngiltere'ye girişini vergilendirdi. İngiltere sanayiinin en önemli kolu olan tekstil sanayii, bu vergilendirmeden zarar gördü.
Bu koşullar altında, radikal burjuvazi ve en enerjik temsilcileri, genel seçim istediler; daha ihtiyatlı olanlar, seçim sistemini değiştirmeye çalışıyorlardı: milletvekilleri, nüfusa göre, nispi olarak seçileceklerdi, ama oy verme hakkı, yalnız bir işçi ücretinin üzerinde geliri olanlara ve belirlenmiş bir zamandan beri belirli bir yerde oturanlara verilecekti. Burjuvazi, kendi siyasal örgütlerini kuruyor, gazetelerinin ve dergilerinin sayısını çoğaltıyor, bunlar aracılığı ile düşüncelerini göklere çıkarıyordu.
Bu arada, İngiltere işçi sınıfı, siyasal savaşıma katılıyordu. İngiltere'de işçi hareketi, 18. yüzyılın başında kendini ortaya koymuştu; bu hareket, 14-16 saatlik işgünü ve geniş ölçüde kullanılan kadın ve çocukların ücretlerinin indirilmesi yüzünden, işçilerin sık sık makineleri kırıp parçalaması biçiminde ifadesini buluyordu. İşçiler para cezaları ve haksız vergiler altında eziliyorlardı. Daha bir gün öncesine değin (sayfa 84) köylü ya da zanaaatçı olan işçiler, makinelerin gereğini anlamıyorlar ve kendi korkunç durumlarından onları sorumlu tutuyorlardı. İngiltere'de ve daha sonra başka ülkelerde, işçiler makineleri kırıyor ve tesisleri yıkıyorlardı; bu, onların çok kötü olan yaşam koşullarını protesto ediş biçimiydi. İngiltere'de bu hareket, anlatıldığına göre, efsaneleşmiş olan bir işçinin, çalıştığı makineyi ilk tahrip eden ve böylelikle güya sömürüden kurtulacak olan Ludd'un adından dolayı, Luddite adını almıştır. Hareket genişledi ve hükümet, ilkin (1782'de) makine kıranları uzun bir süre hapse mahkûm eden bir yasa, daha sonra da bu suça ölüm cezası veren ikinci bir yasa (1813) kabul ederek, burjuvazinin yardımına koştu.
19. yüzyılın başında, işçiler, gittikçe daha kararlı olarak seçim reformu için, özellikle Londra, Manchester, Birmingham vb. gibi büyük sanayi merkezlerinde savaşım veriyorlar. İşçilerin katılması bu kampanyaya büyük bir güç verdi. Hareketin kendisini aşmasından korkan hükümet, 1832'de, parlamento seçimlerini değiştiren bir yasa çıkardı ve seçme hakkı, büyük gelire sahip olan herkese tanınıyordu, yani büyük burjuvazinin istemleri karşılanmış oluyordu. Bundan sonra liberal burjuvazinin en önemli kısmı, seçim reformu için savaşımı bıraktı ve inisiyatif, proletaryanın ve radikal burjuvazinin eline geçti.
Proletaryanın seçim sisteminde yapılacak değişiklikten kazanacağı hiç bir şey yoktu, bunun için işçiler burjuvaziden ayrılmaya ve kendi örgütlerini kurmaya başladılar. Böylece, 1836'da Londra İşçileri Derneği kuruldu. Dernek ertesi yıl, bir seçim reformu programı sundu ki, bu çart adını aldı. Harekete de çartizm adı verildi ve radikal burjuvazinin temsilcilerini de içine aldı. Çart yayınlandı ve büyük mitinglerde tartışıldı. Hükümet işçilerin de katılmalarını önlemek için gece mitinglerini yasakladı. Bununla birlikte hareket genişledi. 28 Mayıs 1838'de, Glasgow'da, 200.000'e yakın kişinin katıldığı bir miting yapıldı. Manchester'de de 400.000 kişilik bir miting oldu. Mitingler sırasında, Londra'da, 4 Şubat (sayfa 85) 1839'da toplanan ilk çartistler kongresine gidecek delegeler atanıyordu.
Kongre, çartist hareketin yönetimini üzerine alacak bir Konvansiyon seçti. Ama, Konvansiyonda burjuva delegelerinin bulunuşu, Konvansiyonun çalışmasını güçleştiriyordu. Konvansiyon, "çart" için imza toplamak üzere bir kampanyaya girişti. Çart aşağıdaki istemleri taşıyordu: gizli oyla genel seçim, seçim bölgeleri sınırlarının hakkaniyetle saptanıp belirtilmesi, parlamento üyelerinin adaylığı için seçim harcı ödeme zorunluluğunun kaldırılması, parlamentonun her yıl yenilenmesi, milletvekillerine ödenek verilmesi. Toplam olarak 1.280.000 imza toplandı, ama parlamento dilekçeyi geri çevirdi.
İlk dilekçenin başarısızlığa uğraması, işçilerin cesaretini kırmadı. Ama burjuvazinin temsilcileri, hareketin yığınlara ulaştığını görerek onu bırakmayı yeğlediler, böylelikle de kendi gerçek sınıf niteliklerini ortaya koydular. Üstelik burjuva demokratik reform için savaşım vermekten de vazgeçtiler. O zamandan sonra çartizm, salt bir proletarya hareketi haline geldi. 1840'ta kurulan Çart İçin Ulusal Dernek, işçi örgütlerine özgü çizgileriyle ayırdedilir. Kendi tüzükleri, yürütme komitesi vardı, ve üyeleri, düzenli olarak, ortak harcamaları karşılıyorlardı.
Dernek birçok toplumsal tezi kapsayan yeni bir Çart hazırladı. Özet olarak, Çart'ta, işçilerin korkunç yaşam koşullarından, emeğin köleci niteliğinden; siyasal despotizmden sözediliyordu. Yeni bir imza kampanyası açıldı, 3 milyondan fazla imza toplayan dilekçe, parlamentoya sunuldu ve yeniden reddedildi. O zaman ülke grevler dalgasıyla çalkalandı ve 1847'de parlamento, 10 saatlik işgünü hakkında bir yasa çıkarmak zorunda kaldı.

FRANSA'DA İŞÇİ HAREKETİNİN BAŞLANGICI


Fransa'da burjuva devrimi, feodalitenin temellerini yıkmıştı, ama feodalite, iktisadi yaşamda olduğu kadar siyasal yaşamda da binlerce iz bırakmıştı. Siyasal bakımdan Fransa, (sayfa 86) daha geri bir ülkeydi: Napoléon'un yenilgisinden sonra mutlakıyet yeniden kurulmuştu. Kralın yetkisi, iki meclisli bir parlamentoyla sınırlandırılmıştı: kral tarafından atanan pair'ler meclisi yüksek meclis ile gelirleri 300 frankın altında olmayan, belirli bir yerde belirli bir süreden beri oturmakta olan yurttaşların seçtikleri milletvekilleri meclisi. Vekillere gelince, onların yıllık geliri, en az 1.000 franka çıkmalıydı. Bu, toprak sahiplerinin çıkarlarını savunmada kralla dayanışma halinde olan parlamentonun bileşimini belirliyordu. Kral ve parlamento, metalürji için kömür yapımında kullanılan odunun fiyatını yüksek tutuyordu, böylece de ağır sanayiin gelişmesini frenliyordu.
Fransız hükümeti, aynı zamanda, toprak reformuna da karşıydı. Sanayi düzeyi henüz yeterli olmadığından, tarım, ulusal ekonomide başlıca rolü oynuyordu. Ama yürürlükte olan tarım, bölünmüş küçük tarımdı, kapitalist çiftçilik yöntemleri, işlenen toprakların ancak 1/3'i üzerinde uygulanmaktaydı. Yarıcılık, yani toprağı kiralayan toprak sahibine ürünün yarısını vermek zorunda olduğu biçim, tarımın gelişmesine engel oluyordu; çünkü, kiracı çiftçilerin verim yükseltmekte ve tarımsal meta üretimini artırmakta hiç bir çıkarları yoktu. Ayrıca, hükümet, köylü işletmelerini çok ağır vergiler üzerinde eziyordu.
Fransız ekonomisinin gelişmesi için, siyasal rejimi değiştirmek gerekiyordu. Sanayi burjuvazisinin ve proletaryanın istedikleri buydu. Fransız proletaryası despotizme ve baskıya karşı savaşım verirken iyi bilinçlenmişti ve mevcut rejime karşı etkin bir davranışa geçti. En bilinçli proleterler, radikal burjuvazi tarafından kurulan siyasal kulüplere üye oluyorlardı. Bu kulüplerde, ülkenin iç durumu tartışılıyor ve yeni bir hükümet için program hazırlanıyordu. Bununla birlikte, radikal burjuvazi bile, ücretlerin artırılması, işgününün kısaltılması, konutların daha iyi duruma getirilmesi vb. sorunlarını incelemeyi reddediyordu. Bunun üzerine işçiler, kendi kulüplerini kurmaya, oralarda kendi işlerini görüşmeye, tartışmaya başladılar. Ama yalnızca tartışmayla yetinmiyorlardı. (sayfa 87) Çok güç maddi durumları yüzünden umutsuzluğa kapılmış olan işçiler, sık sık rejime ve patronlarına karşı başkaldırıyorlardı. Böylece, 1831'de, Lyon'da, işçiler, gösteri yaptılar ve ücretlerin artırılmasını istediler. Askerî birlikler, işçilere karşı silah kullandı. Bunun üzerine işçiler silahlarına sarıldılar ve kente egemen oldular. Ayaklanma kısa sürede bastırıldı, ama ertesi yıl, bu kez Paris işçileri başkaldırdılar ve 1833'te, Lyon'da, yeni bir proletarya isyanı oldu.
Lyon ayaklanmaları gösteriyordu ki, yeni bir siyasal güç, işçi sınıfı, tarih sahnesinde ortaya çıkmıştır. İşçiler, burjuvazinin çıkarlarının, proletaryanın çıkarlarına karşı olduğunu anlamaya başlıyorlardı. .
Lyon ayaklanmalarından sonra, hükümet, işçi örgütlerini yasaklayan bir yasa çıkardı. Bunun üzerine işçiler, illegal örgütler kurdular. Paris'te "mevsimler" adlı gizli derneğin 1839 sıralarında 5.000'e yakın üyesi vardı. Bu dernek yığınlara bağlı değildi, onun için yandaşları, 12 Mayıs 1839'da iktidarı ele geçirmeye kalkıştıkları zaman, ancak belediyeyi ve bir polis karakolunu almayı başarabildiler, sonra jandarmalar tarafından dağıtıldılar.
Fransız hükümeti, halka kendi istemlerini savunma hakkını tanımayı ısrarla reddediyordu. Yetkililerin yürüttükleri siyasetin uyandırdığı hoşnutsuzluk günden güne artıyordu. Fransa'da devrim olgunlaşıyordu.

DEVRİM-ÖNCESİ GÜNLERDE ALMANYA


1840 sıralarında Almanya, henüz burjuva devrimini yapmamıştı. Ülke, bağımsız devletler halinde ufak parçalara ayrılmıştı. Cermen Konfederasyonu, 34 Alman devletini ve 4 serbest kenti biçimsel olarak biraraya getiriyordu. Konfederasyonun en yüksek organı Bundestag'dı. Bundestag, pratik olarak hiç bir iktidara sahip değildi, çünkü ne ordusu, ne adli hakları, ne de dışarda diplomatik temsil yetkisi vardı. Bundestag'ın kararları ancak bütün devletlerin ve kentlerin başkanları tarafından onaylandıktan sonra, yasa gücü kazanıyorlardı. (sayfa 88) Başka deyişle, kapitalizmin gelişmesine temel hizmeti gören merkezî bir devlet, bir ulusal pazar henüz yoktu, ticaret ilişkileri Alman devletleri arasında gümrük duvarlarıyla karşılaşıyordu.
Bu koşullarda, kapitalizm, Almanya'da ancak büyük güçlükler pahasına ilerleyebilmekteydi. Ancak 1818-1834 arasında, 18 Alman devletini ve 23 milyonluk bir nüfusu içine alan bir gümrük birliği kuruluyor: Sanayi ve kentler ağır gelişiyorlar. Böylece, 1840'tan sonra, Almanya'nın en önemli oniki kentinin nüfusu ancak Paris'in nüfusunu biraz aşıyordu. 19. yüzyılın ortalarına doğru, Almanya'da, sanayi devrimi ancak başlangıç evresindeydi.
Devrimi gerçekleştirmek, merkezî bir devlet kurmak ve iktidarı ele geçirmek işi. Alman burjuvazisine düşüyordu. Ama korkak Alman burjuvazisi, dönüşümler yolunu izlemeyi yeğ tutuyordu.
İngiltere ve Fransa'dakinden oldukça sonra oluşan Almanya işçi sınıfı, 19. yüzyılın ortalarında savaşıma başladı. Kendi örgütlerini yaratmak için olanca gücüyle çalıştı ve kendi istemlerini ileri sürdü. Almanya'da ciddi bir polis rejimi olduğu için Alman işçileri, örgütlerini yabancı ülkelerde, rejimin daha demokratik olduğu İsviçre ve İngiltere'de kuruyorlar, işçi hareketini oralardan yönetmeye çalışıyorlardı. Bunlar arasında, "Almanya Halk Birliği"ni belirtelim, bu birlik de ötekiler gibi, Alman Devletleri işçilerine çok zayıf bir biçimde bağlıydı ve bu yüzden de işçi hareketinin yönetimini pratik olarak üzerine alamıyordu.
Aynı zamanda, işçiler, kendi haklarını desteklemek için, topluca mitingler yapmaya başlıyorlardı. Dayanılmaz iktisadi koşulların sonucu olarak, Silezya (Almanya'nın sanayi bakımından en gelişmiş bölgesi) işlileri, 1844'te, kapitalistlere karşı başkaldırdılar. Hükümet, derhal, sömürücülerin çıkarlarını savunmak için birlikler gönderdi.
19. yüzyılın ortalarına doğru. Alman sanayii, manüfaktürden makineli üretime geçiyor ve onun gelişmesi, artık feodal rejimin varlığını sürdürmesine bağlı kalıyor. Alman Konfederasyonu(sayfa 89) hükümeti, gerekli reformlara girişmek istemiyor, dolayısıyla devrim Almanya'da olgunlaşıyordu.

İŞÇİ SINIFININ SAVAŞIM BİÇİMLERİ


19. yüzyılda, işçiler, çıkarlarını savunmak için, mitingler, grevler, ve silahlı savaşım gibi çeşitli yollara başvurdular. Bunu yaparken farklı amaçlar, iktisadi ve siyasal amaçlar güdüyorlardı. Demek ki işçi sınıfı savaşımının iki biçimi vardır: iktisadi çıkarları, yani yakın çıkarları için savaşım (ücretlerin artması, işgününün kısaltılması, işçi lojmanlarında normal koşullar vb.) ve siyasal savaşım, yani hükümetin ve mevcut rejimin siyasetini değiştirmek için savaşım. İşçiler, kendi örgütlerini, sendikaları, ve çeşitli birlikleri kuruyorlar. Bu örgütlerin nitelikleri, etkinlikleri, yığınlarla bağlantıları, somut tarihsel koşullara, o ülkenin siyasal rejimine, işçi sınıfının savaşım deneyimine, yaşam koşullarına vb. bağlıdır.
Ama o çağın işçi hareketi tüm olarak kendiliğinden bir niteliğe sahipti. İşçiler dünya hakkında, toplum ve toplumun evrimi hakkında ve tarihsel rolleri hakkında ortak bilince varmamışlardı, kısaca ortak bir ideolojiden yoksundular. İşçiler birbirlerinden ayrı, tek tek davranışlarda bulunuyorlardı ve onların eylemi, başarısızlığa mahkûmdu. Ama hangi ülkede olursa olsun, işçilerin iktisadi durumu birbirinin aynıydı. İşçiler, toplumsal emeğin ürünlerine özel olarak sahip olma sistemini gereksiz ve zararlı gösteren yeni üretim biçiminin umuduyla doluydular. Onun için, işçi sınıfı, üretim alet ve araçlarının özel mülkiyetini korumaya canatan burjuvazinin ideolojisine taban tabana karşıt olan kendi ideolojisini koymak zorundaydı. Burjuva ideologları, kapitalist toplumu, toplumsal evrimin en yüksek aşaması olarak kabul ederler ve insanlığın özel mülkiyet olmaksızın mevcut olabileceğini düşünemezler.
O halde, burjuvaziye karşı başarıyla savaşım verebilmek için, işçi sınıfı, kendi ideolojisini hazırlayıp geliştirmek, kendi (sayfa 90) tarihsel özel görevinin bilincine varmak zorundadır. Bu görev, kapitalist rejimin, iş aletlerinin ve üretim araçlarının toplumsal mülkiyetine dayanan yeni bir rejimle, sosyalist rejimle yer değiştirmesi gereğinin bilincinde olan işçi sınıfı ideologları tarafından gerçekleştirilebilir.

2. BİLİMSEL SOSYALİZMİN DOĞUŞU

ÜTOPİK SOSYALİZM


19. yüzyılın ortalarına değin işçiler, burjuva fikirlerin ya da ütopik sosyalizmin etkisi altındaydılar. Ütopik sosyalizm, kapitalizmin ve işçi sınıfının doğuşu ile birlikte ortaya çıkmıştı. Her şeyden önce, işçi sınıfının baskıya ve sömürüye karşı protestosunu ve yeni, adil bir rejimin kuruluşunu görmek dileğini ifade ediyordu. Sosyalizmin ve ütopik komünizmin ilk temsilcileri, Thomas Morus (1478-1535),Tommaso Campanella (1565-1639), François Emile Babeuf (1760-1798), Morelly vb., sömürü düzeninin ciddi bir eleştirisini yaptılar ve yeni adil bir toplumun nasıl kurulması gerektiği hakkında bir sürü fikir ileri sürdüler. Onlara göre, bu yeni toplum, herkesin iktisadi, siyasal, manevi; her alanda eşitliğini sağlamalıydı. Ama, ütopyacılar, temel soruna, bu yeni toplumun nasıl düzenleneceği konusuna yanıt veremiyorlardı. Genel olarak betimledikleri toplum, gerçek olmayan bir evrene yerleştirilmişti. Morus, toplumunu, uzakta bulunan bir Ütopi adasına yerleştiriyordu ve o zamandan beri bu Ütopi sözcüğü, düşsel olan, gerçekleşemez olan her şeyin eşanlamı haline geldi.
19. yüzyılda, ütopik sosyalizm, Saint-Simon (1760-1825), Charles Fourier (1772-1837), Robert Owen (1771-1858) tarafından geliştirildi. Bu düşünürler, kapitalist toplumun çelişkilerini görüyorlardı ve haklı olarak, burjuva devrimi bayrağına yazılmış olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik isteklerinin burjuva devriminden sonra işçilere ne özgürlük, ne eşitlik, ne de kardeşlik getirdiği kanısındaydılar. Ütopik sosyalist1er, (sayfa 91) kapitalizmi şiddetle yeriyorlar, kapitalizmin yaralarını ve kusurlarını deşip ortaya koyuyorlar, sömürüden ve toplumsal uzlaşmaz karşıtlıklardan arınmış yeni bir toplumsal düzen ülküsünü, kapitalizme karşı çıkarıyorlardı. 19. yüzyılın ütopik sosyalistleri, üretimin gelişmesini, emeğe göre paylaşmayı ve insanların temel gereksinmelerinin karşılanmasını, sosyalist ilkenin gerçekleşmesinin önemli bir etkeni sayıyorlardı. Hatta kapitalist toplumdan sosyalist topluma geçiş yolunu da önermeye çalıştılar. Örneğin, Fourier, düşman birliklerini bütünden ayırarak onlara tek tek dövüş düzenini ordusunda uygulayan Eski Yunan'ın askeri lideri Makedonyalı Filip'in fikrinden esinlenerek falanjlar kurmayı tasarlıyordu. Fourier'ye göre, yeni toplum, sosyalist ilkeleri uygulayacak olan 300-400 ailelik (1.500-1.600 kişilik) falanjlar halinde örgütlendirilmeliydi. Bunlar, öteki insanları da yeni bir toplum kurmak gereğine inandıracak örnekler olacaktı.
Fourier, yeni toplumun yapısı üzerine başlıca düşüncelerini açıkladığı bir kitap yayınladı; kendi isteğiyle sermayesini feda edecek "iyi" bir kapitalist, yeni toplumu kurmak için çalışmak isteyen şevkli kişiler bulmayı ve falanjın böylece doğacağını umuyordu. İsteyen herkesin, kendisini, evinde, herhangi bir gün, uygun bir saatte görmeye gelebileceğini ilan etti; ama hiç bir zaman, hiç kimse gelmedi. Fourier, düşüncesinin neden desteklenmemiş olduğunu anlamadan öldü. Saint-Simon ise, parasını yeni ilkelere göre örgütlenmiş bir derneğe yatırdı, ama kısa zamanda bu dernek, bir kapitalist girişimin içinde taşıdığı bütün çelişkilerle birlikte sıradan bir kapitalist girişime dönüştü.
Neden ütopik sosyalistler yenilgiye uğradılar? Çünkü toplumun, doğru bir bilimini henüz kuramamışlardı. Onların teorileri, büyük bir kısmıyla insanın niteliğinin değişmezliği, toplumsal yasaların çağlar boyunca değişmezliği gibi burjuva fikirlere dayanıyordu. Toplumsal yasaların, fizik yasalarına benzer olduğunu sanıyorlar ve insanların iyiler ve kötüler diye ayrıldıklarını kabul ederek, kapitalist ile işçi arasında bir ayrım yapmıyorlardı. Onlara göre, nasıl ki, doğada, aynı (sayfa 92) işaretli yükler birbirlerini iterler, karşıt işaretli yükler birbirlerini çekerlerse, toplumda da benzer zevkleri olan insanlar uyuşamazlar, oysa, ayrı zevkleri olanlar iyi anlaşırlar. Bu fizik yasalarının toplumun incelenmesine yanlış bir biçimde aktarılışı, yalnızca burjuva fikirlerin etkisinden değil, toplumsal bilimlerin olduğu kadar doğa bilimlerinin de o çağlarda düşük bir düzeyde bulunmasından, kapitalizmin ve işçi hareketinin az gelişmiş olmasından ileri geliyordu.
Ütopik sosyalistler, kapitalist toplumun gelişmesine hükmeden yasaları bulup çıkaramadılar ve yeni toplumu kurabilecek toplumsal gücü bulamadılar.

KLASİK ALMAN FELSEFESİ


19. yüzyılın ortalarında, toplumsal bilimler ve doğa bilimleri, bilimsel bir felsefe kurmaya, doğanın ve toplumun evriminin en genel yasaları üzerine bir öğreti yaratmaya elverecek, oldukça yüksek bir düzeye ulaşmıştı. Doğa bilimleri, evreni, hiç bir şeyin yaratmadığını, evrenin kendine özgü yasaları izleyerek evrim gösterdiğini ortaya koyuyordu. Böylece, fizikte, genel çekim yasası, maddenin sakınımı yasası bulunmuştu ki, bu yasaya göre, hiç bir şey kaybolmaz, hiç bir şey kendiliğinden yaratılmaz, şeyler ancak biçim değiştirir. Doğa bilimlerinin ilerlemesiyle, materyalizm ve diyalektik gelişti.
Diyalektik felsefeye büyük önem kazandıran Alman filozofu Ludwig Feuerbach (1804-1887) oldu. Bir diğer Alman filozofu Hegel (1770-1831) doğa ve toplum olgularının tahlilinde modern bilimlerce uygulanmış yöntemi genelleştirdi, ve sürekli evriminin ve oluşumunun içersinde düşünebilen herkese uygun olarak diyalektiği pek yüksek bir düzeye ulaştırdı.
Ama ne Feuerbach, ne de Hegel, gerçekten bilimsel olan bir felsefe kurmayı başardılar. Örneğin Feuerbach, diyalektiği kabul etmiyordu ve bunun için de bilim tarafından kullanılan bilgi yöntemini reddediyordu; idealist Hegel'e göre, diyalektiğin (sayfa 93) yasalarına göre değişmekte olan doğa ve toplum değil, bir Mutlak Fikir'di. Hegel bundan başka, bu fikrin hareketini. Mutlak Fikir'in en üst ifadesi ve toplumun gelişme zirvesi saydığı meşruti Prusya monarşisinin yaratılışıyla sınırlandırıyordu.

BURJUVA EKONOMİ POLİTİĞİ


Kapitalist üretim biçimi evrim gösterdikçe, yeni bir bilim, burjuvazinin elinde feodalizme karşı çevrilmiş bir silah olan ekonomi politik de gelişiyordu.
Burjuvazi, ilerici bir sınıf oldukça, kapitalist üretimin gelişmesinin bilimsel yasalarını öğrenmekte, sermayenin iktidarının kurulmasına engel olan feodal ilişkileri ortadan kaldırmakta yarar görüyordu. Kurucuları, İngiliz bilginleri William Petty (1623-1687), Adam Smith (1732-1790) ve David Ricardo (1772-1823) olan klasik burjuva ekonomi politiği, bu çağda ortaya çıkar.
Klasik ekonomi politik, önemli bir yasayı, belirli bir metaın imali için harcanan emek miktarı ile o metaın değeri arasındaki ilişki yasasını buldu, ve insanlar arasındaki ilişkilerin en önemli alanını, üretim ilişkilerinin bilimsel olarak incelenmesini ele aldı. Tarih, hukuk, estetik vb. gibi öteki toplumsal bilimler bu gelişmeye koşut olarak ilerlemekteydi.
Ama toplumsal bilimler, idealizme boyanmıştı, toplum içinde, insanların eyleminin en başta maddi etkenlerle, kendi iradelerinden bağımsız olarak oluşan üretim sistemi karşısındaki tutumlarıyla, yani belirli bir sınıfa ait olmalarıyla belirlendiği olgusunu dikkate almıyorlardı. Bilginler istesinler ya da istemesinler, burjuvaziye özgü durumlar üzerinde kalıyorlar, sınıfsız ve özel mülkiyetsiz bir toplumu düşünemiyorlardı.
Bilimsel bir dünya görüşü yaratmak için, insanlığın tarihi boyunca biriktirmiş olduğu bilgileri özümlemek ve bundan sonra kapitalist toplumun yasalarını ve çelişkilerini bulup (sayfa 94) çıkarmak, işçi sınıfının, yeni toplumun kuruluşunda oynaması gereken rolü doğru olarak anlamak gerekiyordu. Marx ve Engels, işçi sınıfının ideologları, bu dünya anlayışının yaratıcıları oldular.

KARL MARX (1818-1883) VE FRİEDRICH ENGELS (1820-1895)


Karl Marx, 5 Mayıs 1818'de, Almanya'nın en gelişmiş bölgelerinden biri olan Rhin eyaletinin Treves kentinde doğdu. Babası tanınmış bir avukat, ilerici bir adamdı. Berlin Üniversitesini bitirdikten sonra, 1842'de, Marx, Gazette Rhenane adında ilerici bir burjuva gazetesine katıldı ve kısa zamanda gazetenin başyazarı oldu. Yazılarında, Almanya'daki feodal rejime karşı, hükümetin istibdat siyasetine karşı çıkıyordu. Aynı zamanda, Marx, özenle, felsefe, hukuk, ekonomi politik okuyordu ve yavaş yavaş mevcut düzeni değiştirmede demokratik reformlar için savaşım vermenin yeterli olmadığı, bütün burjuva rejimini değiştirmek, bir yenisini, insanoğluna daha iyi bir rejimi kurmak gerektiği inancına vardı. Aynı şekilde anladı ki, yeni rejimin yapısına bilimsel bir temel bulmak ve yeni bir dünya anlayışı hazırlamak, kurmak kaçınılmaz bir şeydir.
Friedrich Engels de, 1820'de gene aynı Rhin eyaletinde, bir sanayici ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1842'de, üniversiteyi bitirdikten sonra, babasına ait olan bir firmada pratik staj görmek üzere İngiltere'ye gitti; İngiltere'de çartist harekete girdi; bu, onun yaşamında bir dönüm noktası oldu; İngiltere kadar evrim göstermiş bir ülkede işçilerin neden bu denli yoksulluk içinde yaşadıkları sorusuna bir yanıt aramaya koyuldu. Ekonomi politiği, felsefeyi ve diğer bilimleri canla başla incelemeye başladı ve Marx'ın elde ettiği sonuçlara vardı.
1844'te, Marx ve Engels karşılaştılar ve görüşlerinin her konuda birbirine uyduğunu gördüler. Ve Marx'ın ölümüne değin, sıkı bir işbirliği halinde bilimsel bir dünya görüşünün temellerini attılar. Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine (sayfa 95) Katkı, İngiltere'de Emekçi Sınıfların Durumu, Kutsal Aile, Alman İdeolojisi vb. gibi yapıtları kaleme aldılar. Bu kitaplarda, onların gelecekteki felsefesinin başlıca fikirleri, taslak halinde belirtiliyordu. 1846'ya doğru, daha sonra marksizm adını alan öğretileri ortaya çıkıyordu. 1847'de, toplumun evrimi, proletaryanın rolü konusundaki fikirlerini, komünist dünya anlayışı açısından ortaya koydukları Komünist Parti Manifestosu'nu. yazdılar.
Bundan sonra, marksizm, kurucuları tarafından olduğu kadar, onların öğretilileri tarafından da geliştirildi ve yetkinleştirildi; bu öğretililerden biri de, Rus proleter devriminin lideri Lenin oldu. Marksizm, ideolojik kaynaklan İngiliz ekonomi politiği, Alman felsefesi ve Fransız ütopik sosyalizmi olan, uyumlu bir öğreti durumuna geldi. Marx ve Engels, bu kaynaklardan en iyi öğeleri çekip çıkardılar, onlara işlenmiş, geliştirilmiş bir biçim verdiler ve bu temel üzerinde bilimsel bir dünya görüşü, işçi sınıfının ideolojisini yarattılar. Bu üç kaynağa uygun düşen marksizmi oluşturan üç öğe şunlardır.

DİYALEKTİK VE TARİHSEL MATERYALİZM


Diyalektik materyalizm, marksizmin teorik dayanağıdır. Doğanın ve insan bilincinin en genel yasalarının günışığina çıkarılışıdır. Diyalektik materyalizme göre, doğa, kimse tarafından yaratılmadı, her zaman vardı ve sonsuza değin de varolacaktır; bilinç, doğanın evriminin ürünüdür, yüksek bir düzeyde düzenlenmiş maddenin ürünüdür. Bunun için, diyalektik materyalizm, tutarlı materyalist bir tutumu benimser. Aynı zamanda, maddenin ve bilincin gelişmesini diyalektik bir biçimde, yani onların evrimi ve sürekli değişmeleri açısından ele alır. Diyalektik materyalizm, ilk kez olarak, tüm maddeyi yöneten yasaları bularak, diyalektiği materyalizmle birleştirdi.
Marksizm, maddenin evriminin genel yasalarını, tarihsel materyalizm tarafından formüle edilen toplumun özel yasalarıyla (sayfa 96) birleştirdi. Toplum, doğanın bir bölümü olduğuna göre, diyalektik materyalizmin açıkladığı en genel doğa yasalarına bağımlı olur. Böylece, toplum, yasalarına uygun olarak evrim gösterir ve durmaksızın değişir. Doğanın geri kalan bölümünden şu bakımdan ayrılır ki, toplum yaşantısını sürdürebilmek için maddi malları üretmek zorundadır. Şu halde, üretimin gelişmesinin bağımlı olduğu yasalar, toplumun evriminin temelini oluşturur. Bu sonuç, genel olarak, doğa hakkındaki materyalist görüşe uygundur, çünkü toplumun evrimini belirleyen şeyin bilinç değil, maddi üretim olduğunu ortaya koyar. Tersine, bilinç, hangi biçimde olursa olsun, (bütün biçimleriyle) üretim düzeyine uygun olarak gelişir. Hukuk, din, ahlak, estetik, felsefe vb. ile ilgili bütün fikirlerin, ve bunların karşılığı olan kurumların -devlet, din- açılıp gelişmesi, aynı zamanda toplumsal ilişkileri, toplumun yapısını ve örgütlenişini de belirleyen üretim düzeyine bağlıdır.

MARKSİST EKONOMİ POLİTİK


Diyalektik ve tarihsel materyalizm, marksizmin birinci bölümüdür. Marksizmi oluşturan bölümlerden ikincisi ise, ekonomi politik, toplum yaşamının temeli olan toplumsal üretimin ve ürünlerin üleştirilmesinin yasalarının bilimidir. Ekonomi politik, tarihsel materyalizmin bulunduğu toplumsal evrimin temel yasalarından başlayarak, üretici güçler düzeyinin ve bu güçlerin niteliğinin toplumdaki üretim ilişkilerini, özellikle, üretim alet ve araçlarının mülkiyet biçimlerini, ve bunlarla üretim süresince yeralan çeşitli insan gruplan arasında kurulan ilişkileri, imal edilen ürünleri maledinme ve bunların üleştirilmesi biçimini nasıl belirlediğini gösterir.
İlkel topluluğun üretimine, ürünün, topluluğun bütün üyeleri arasında eşit olarak üleştirildiği aşiret mülkiyet biçimi tekabül eder. Madenî aletlerin ortaya çıkmasıyla, ürünün bir bölümünün kafa emekçilerine ayrılmasının gerekli kıldığı (sayfa 97) üretim araç ve aletlerinin özel mülkiyeti kuruluyor. Özel mülkiyet, toplumu, sahip-olanlarla, sahip-olmayanlar olarak uzlaşmaz karşıt sınıflara bölüyor; sahip-olanlar, sahip-olmayanların emeğinin ürününe elkoyuyorlar, böylece insanın insan tarafından sömürülmesi doğuyor. Üretimin ilerlemesiyle özel mülkiyet biçimleri değişiklikler gösteriyor; önce köleci mülkiyet, sonra feodal, daha sonra da kapitalist mülkiyet biçimleri kuruluyor. Bunlara bağlı olarak sömürü biçimleri de değişik oluyor. Marx, kapitalist toplumun tahliline özel bir özen gösterdi ve kapitalist toplumun sömürücü niteliğini ortaya koydu, bu da, kendisinden önce gelen ve kapitalist düzeni öven burjuva iktisatçılarının yapamadıkları bir şeydi.

BİLİMSEL SOSYALİZM TEORİSİ


Marksizmi oluşturan üçüncü bölüm, sosyalist öğreti, ekonomi politiğe sıkı sıkıya bağlıdır. Ekonomi politik gösterdi ki, makine çağında, üretimin toplumsal niteliği, artık, ürünlere özel olarak sahip olma biçimine uygun düşmüyordu. Kapitalizm, varlığını sürdürmeye devam ediyor ve tıpkı köleci ve feodal rejimlerde olduğu gibi yavaş yavaş toplumsal evrime bir fren oluyor. Üretimin toplumsal niteliğine uygun düşen sosyalist düzen, kapitalizmin yerini almalıdır.
Kapitalist toplumun tahlilinden hareket ederek, Marx ve Engels, proletaryanın, yeni bir toplum yaratmakta herkesten çok çıkarı olduğunu, şu ya da bu biçimde -bu, tarihsel somut koşullara bağlı olacaktır- burjuvazinin yerine kendi iktidarını kurmak zorunda kalacağını buldular. İşçi sınıfı, üretim araçlarının özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyeti koyacak, geniş emekçi yığınlarının desteğiyle, kademe kademe, kol işi ile kafa işi arasındaki, kent ile köy arasındaki vb. karşıtlığın ortadan kalkacağı toplumu kuracaktır.(sayfa 98)

3. AVRUPA'DA 1848-1849 DEVRİMLERİ


Komünist Parti Manifestosu, Avrupa'da, devrimci ortamın olgunlaşmakta olduğu, işçi sınıfının siyasal savaşıma giriştiği bir zamanda ortaya çıktı.
Avrupa ülkelerinin çoğu için devrimin ortak bir amacı vardı: kapitalizmin gelişmesini önleyen feodal ve mutlakiyetçi rejimlerin kaldırılması. Bununla birlikte, bazı ülkelerde, 1848-1849 devrimci hareketi, özel amaçlar izledi. 1789-1794 devrimi sırasında feodalitenin ve mutlakiyetin yıkılmış olduğu Fransa'da, 1848-1849 devriminin nesnel görevi, mali aristokrasinin iktidarını devirmek, burjuva sınıfının iktidarını kurmaktan ibaretti. Almanya ve İtalya'da devrimin başlıca amacı, ülkenin parçalanmış durumuna son vermek, ulusal bir devlet kurmaktı. İtalya, aynı zamanda, ülkenin kuzeyini Avusturya boyunduruğundan kurtarmalıydı. Avusturya'da ise devrim, Habsburg'lar monarşisini düşürmek ve halkları ulusal boyunduruktan kurtarmak amacını güdüyordu.
Fransa'da, siyasal iktidar, demokratik özgürlüklerin tanınması, feodal kalıntıların temizlenmesi sorunlarını çözümlememişti. Guizot hükümeti, burjuva demokratik reformlar yapmayı inatla reddediyordu. Şubat 1848'de yapılacak olan bir siyasal toplantı, hükümet tarafından yasaklandı. Bu, bardağı taşıran damla oldu. Paris sokaklarında barikatlar kuruldu. Bu kez hükümet birlikleri, yenilgiye uğradılar, çünkü bu birliklerin saflarında hizmet eden burjuvaziden çıkmış unsurlar halkın yanında yeraldılar. Kral Louis Philippe, önce Guizot'u görevden almak, sonra da kendisi hükümdarlıktan çekilmek zorunda kaldı.
Yeni kurulan burjuva hükümetinde, burjuvazinin temsilcilerinden başka, iktidarı barikatlarda kazanmış olan işçi temsilcileri de yer aldı. Artık, halk yığınları yalnız seçim haklarını değil, bir "sosyal cumhuriyet" kurulmasını da istiyorlardı. Luxembourg komisyonu adı verilen, iş sorunlarıyla görevli bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun başkanı Louis Blanc, işçilerin ve köylülerin yaşam koşullarını düzeltmeyi (sayfa 99) amaçlayan birçok proje, özellikle tarım kolonileri ve kooperatif tipinde üretim birlikleri kurma projesi, işçiler için kreşler ve yıkanma yerleri olan konut yapımı projesi vb. hazırladı. Aynı komisyon, işçiler ile patronlar arasındaki anlaşmazlıkları düzene koymaya çalıştı.
Luxembourg komisyonunun kuruluşu, geçici hükümetin Burjuva çoğunluğunun, devrimci Paris proletaryasına verdiği bir ödündü. Halk yığınlarının sürekli baskısıyla, hükümet, 28 Şubatta, işsizler için ulusal atelyelerin kurulması hakkında, 2 Mayısta da işgününün bir saat kısaltılması hakkında bir karar yayınladı. Her ne kadar geçici hükümet, burjuvaziye eğilim gösteriyor, onu hoş tutuyorduysa da (yükümlülüğü işçilere düşen eski vergilerin hemen hepsi oldukları gibi kaldı, oysa büyük burjuvazi bundan bağışık tutuldu ve 16 Martta köylüler üzerindeki vergi %45 oranında artırıldı), işçilerin varlığı, burjuvaziyi çok kaygılandırıyordu. Bunun içindir ki, burjuvazinin temsilcileri, yapısı bakımından daha gerici olacağı umuduyla, olanaklı olan en kısa zamanda. Kurucu Meclis seçimlerinin yapılmasını istiyorlardı. Bu umut, bir o kadar da, geçici hükümetin, işçilerin kendi temsilcilerini seçmelerine engel olmak için elinden geleni yapmış olan seçimleri düzenlemekle görevli eski devlet aygıtını yerinde bırakmış olmasına dayanıyordu.
Paris'te, ilerici işçiler, seçimleri (daha iyi hazırlanabilmek için) daha sonraya ertelemek ve geçici hükümeti yeniden düzenlemek gereğini çok iyi anlıyorlardı. Burjuvazinin temsilcileri, sözde bir "komünist komplosu"nu ileri sürerek, orta tabakaları ve köylüleri yıldırmaya bakıyorlardı. Komünistlerin fikirlerini kasıtlı olarak başka türlü gösteriyorlar, ve onların bütün servetlerin ortaklığı fikriyle yalnız üretim alet ve araçlarının değil, kişisel eşyanın da (ortak besin, kadınların ortak oluşu vb!) ortaklığından yana olduklarını iddia ediyorlardı. İşçiler üzerinde yapılan doğrudan doğruya baskı ile birlikte, bu kasıtlı kampanya yüzünden, 880 milletvekilinden oluşan Kurucu Meclise işçilerin ancak 18 temsilcisi seçildi. (sayfa 100)
Sonuçta Kurucu Meclis, büyük kapitalistlerin vergiye tabi tutulması, hükümetin eylemlerini denetlemek için bir komite kurulması, birliklerin Paris'ten geri çekilmesi, işsizlere ve muhtaç durumda olanlara yardım edilmesi gibi işçilerin istemlerine bir yanıt vermedi. Luxembourg komisyonu dağıldı, işçi kulüpleri kapandı, ulusal atelyeler çalışmayı durdurdular. Burjuvazi, en enerjik işçilerin çalıştıkları bu atelyelerden kurtulmak istiyordu. 22 Haziranda ulusal atelyelerin kapanışından sonra, 25 yaşından aşağı olanların orduda görev almaları gerekeceği, daha yaşlı olanların ise teraslama işlerinde kullanılmak üzere taşraya gönderilecekleri duyuruldu.
Hükümet, böylece, gerçek niyetini açığa vurmuş oldu ve işçiler, haklarını silahla savunmaya karar verdiler. Ancak dört gün süren isyan, gaddarca bastırıldı: 25.000 kişi tutuklandı. İsyancılar tek merkezden yönetilmiyorlardı, köylülerle ve öteki kentlerin işçileriyle hemen hemen bağlantıları yoktu, oysa burjuvazi yanlılarından toplanmış olan ordu, tamamıyla hükümetten yanaydı. İsyancılar, 40-45 bin kişiydiler, hükümet birlikleri ise 300.000 kişi. Bu, proletarya ile burjuvazi arasındaki ilk iç savaş oldu.
Haziran ayaklanmasının bastırılmasından sonra gericilik ayaklandı; gazetelerin yayımından alınan vergi artırıldı, bu, demokratik unsurları, kendi basın organlarını yayınlamaktan alıkoyuyordu; demokratların toplandıkları kulüpler, yetkililer tarafından sıkı bir şekilde denetleniyordu; işgününün kısaltılması hakkındaki karar yürürlükten kaldırıldı, borçlarını ödemeyenlerin hapsedilmesine başlandı.
12 Kasımda yeni Anayasa ilan edildi. Biçimsel olarak başlıca demokratik özgürlükler: söz, basın, toplantı vb. özgürlükleri tanınıyordu, ama bu özgürlükler pratikte epeyce kısıtlanmıştı. Pek geniş yetkileri, haklan olan, özellikle bakanları ve ordunun yüksek rütbeli subaylarını atama hakkını elinde bulunduran eylemlerinden dolayı parlamentoya hesap vermek zorunda bulunmayan bir cumhurbaşkanlığı görevi ortaya çıkarıldı. Burjuvazi cumhurbaşkanı ile iktidarı (sayfa 101) sıkı sıkı elinde tutuyordu.
20 Aralık 1848'de, ilk cumhurbaşkanı seçildi; bu Louis Bonaparte'tı. İşe başlar başlamaz devrim sırasında kendilerine görev verilmiş olan demokratları devlet aygıtından uzaklaştırmakta ivedi davrandı. 1849 karışıklıklarından sonra, demokratik unsurlar, hükümetin gerici siyasetine karşı çıktıkları zaman, Yasama Meclisi, seçim hakkı için üç yıllık oturma yükümlülüğü ve daha başka sınırlamalar getirdi; bunların sonucunda, yaklaşık olarak, üç milyon işçi seçim hakkından yoksun kaldı. Yasama Meclisi, uyumsuz ve tutarsız bir meclisti. Ağır yenilgisinden sonra proletarya, toplumsal eyleme etkin olarak katılacak güçte değildi artık. Birbirine hasım olan burjuva gruplaşmaları, demokratlara karşı birleşmişlerdi ve demokratlar da ayrıca kendi örgütlerini kurmuşlardı.
1 Aralık 185l'i 2 Aralıka bağlayan gece, Louis Bonaparte, kendisini Fransa'nın biricik naibi ilan etti. Yasama Meclisinin dağıtıldığını bildirdi ve Paris için sıkıyönetim kararı çıkarttı. İşçi sınıfı gösterilerine bir çare bulmak için Louis Bonaparte, hükümet darbesi günü, başkentin tehlikeli olabilecek noktalarını birliklere işgal ettirdi. Bu şekilde, birbirinden kopuk, tek tek karşı koyma girişimleri kolaylıkla bastırıldı. Yasama Meclisi, ancak Louis Bonaparte'ın görevinden alındığını ve adalete teslim edildiğini duyurabildi.
Böylece, iktidarı, büyük burjuvazinin ellerine teslim eden ve burjuva demokratik reformlar sorununu askıda bırakan devrim son buldu.
1848-1849'da, Avrupa'nın başka ülkelerinde de devrimler patlak verdi: Almanya, Avusturya, İtalya, Polonya ve Macaristan'da. Bu devrimlerin hepsi bastırıldı ve bu ülkelerdeki somut işlerden hiç biri sonuna vardırılmadı. Bununla birlikte, 1848 devrim savaşımı boşa gitmedi. Bunu izleyen devrimci savaşımlar, birçok ülkede, feodal ilişkileri ve kalıntıları parçalayıp dağıttılar, kapitalizmin sağlamlaşmasına ve gelişmesine katkıda bulundular, proletaryanın bilincinin ve örgütlenme ruhunun yükselmesine yardım ettiler. (sayfa 102)
Bu çağın bütün devrimlerinde, halk yığınları, kesin bir rol oynadılar. İşçi sınıfı da devrimlerde etkin bir varlık gösterdi. 1848'de, devrimler tarihinde, ilk kez olmak üzere, işçi sınıfı kendi özel siyasal ve iktisadi istemleriyle müdahalede bulundu, ilk kez olarak kendisini feodaliteye olduğu gibi, burjuva düzenine karşı da ayrı bir sınıf olarak ortaya koydu.
1848-1849 devrimlerinin başarısızlığının başlıca nedeni, devrime yalnız halk hareketini kendi amaçlarına kullanmak için katılan liberal burjuvazinin ihanetinde yatar. Devrim sırasında, işçi sınıfının eyleminden korkuya kapılan burjuvazi, monarşiyle, askerî gericilikle uzlaştı ve halka ihanet etti.

4. İŞÇİLERİN ULUSLARARASI İLK ÖRGÜTLERİ
ENTERNASYONAL


Devrimin, Fransa'da, Almanya'da, İtalya'da yenilgisini bir gericilik çağı izledi. Ama işçi sınıfı, artık eskisi gibi bilinçsiz ve örgütsüz değildi ve artık her fırsatta kendisine ihanet eden burjuvaziye hizmet etmek istemiyordu. Proletaryamın önderleri Marx ve Engels ve yandaşları, 1848 Devrimimin başarısızlığından çok ciddi dersler çıkardılar. Proletaryanın pratik savaşımıKomünist Parti Manifestosu'nda yazılı teorik sonucu doğruladı; bütün ülkelerin işçileri birleşmeliydiler.
Marx ve Engels, 1847'de kurulan Komünistler Birliğinden hareketle, işçilerin ilk enternasyonal derneğini, Enternasyonali (28 Eylül 1864) yarattılar. Emekçilerin Enternasyonal Derneğinin ("Enternasyonal"in ilk adı), Marx tarafından kaleme alınan açılış konuşması ve tüzüğü, marksizmin, işçi sınıfı ve onun başlıca görevi konusundaki başlangıç tezlerini içine alıyordu: herkesin çabasıyla siyasal iktidarın ele geçirilmesi ve yeni bir toplumun kurulması. Enternasyonal, demokratik merkeziyetçilik ilkelerine, yani bütün organlarının aşağıdan yukarıya doğru seçilebilmesi, ve aşağıdaki organların yukardakilere bağımlı olması ilkelerine dayanıyordu. Enternasyonal, enternasyonalin bir tek çizgisini uygulayacak (sayfa 103) olan ulusal kesimlere bölünmüştü.
Daha ilk adımlarını atar atmaz, Enternasyonal, yararlığını işçilere tanıtladı: bir ülkede, bir grev başlasa, öteki ülkeler işçileri grevcileri destekliyorlar, grev bozucuların müdahalesini önlüyorlardı vb.. Halkların, Enternasyonale karşı ilgisi gittikçe artıyordu.
Bununla birlikte. Enternasyonal, bir sürü güçlükle karşılaşıyordu: işçi hareketine katılanların pek çoğu, bilimsel sosyalizmi anlamıyor, küçük-burjuva teorilerin etkisi altında kalıyorlardı. Bunun gibi, Proudhon'un ve Lassalle'ın, burjuvaziye karşı yalnızca iktisadi savaşımı öneren öğretileri, işçiler arasında çok tutulmaktaydı. Marx ve Engels gösterdiler ki, işçi sınıfının yalnızca iktisadi savaşımı, işçilerin durumunda köklü bir değişiklik yapmayan geçici basarılara varabilir, ve sömürüyü ortadan kaldırmaz. İşçi sınıfının iktidarı ve özel mülkiyetin kaldırılması, işçilerin ve bütün emekçilerin kapitalist baskıdan kurtulmalarına giden biricik yoldur. Marx, işçilerin iktisadi savaşımının önemini hiç de küçümsemiyordu, tam tersine, bu savaşımın, proletaryanın sınıf savaşımını oluşturan öğelerden biri olduğunu söylüyordu; Marx, Batıda iddia edildiği gibi, yalnız şiddet yoluyla yapılan devrimlerden yana değildi, demokratik özgürlükler mevcut olduğu zaman, işçi sınıfının barışçıl yoldan da iktidara gelebileceğini kabul ediyordu. Marx'ın Enternasyonaldeki yandaşları, elbette ki, sendikalarla ve başka işçi örgütleriyle sıkı ilişki kurmaya var güçleriyle çalışıyorlardı.
Enternasyonalin önemi büyüktür. Sosyalizm ile işçi hareketini kaynaştırmaya, proletarya için kurtuluş savaşımında bir tek taktik yaratmaya yardımcı olmuştur.
Zamanımızdaki işçi hareketinin temellerinden biri, proleter enternasyonalizmidir.
Enternasyonal çerçevesi içinde, marksizm, sosyalizmin bağrındaki bütün küçük-burjuva akımlara üstün geldi. Enternasyonal, ulusal devletlerde, yığınların sosyalist işçi partilerinin oluşumunu hazırladı. 104

5. PARİS KOMÜNÜ

FRANSIZ-ALMAN SAVAŞI


Gerici mutlakiyet rejimi, Fransa'da, daha uzun zaman süremezdi, çünkü 1848 Devriminin ortaya koyduğu burjuva demokratik reformların başlıca sorunlarının çözümlenmesini engelliyordu. İmparator Napoléon III, ülkeyi yönetmekte hiç bir yeteneği olmadığını gösterdi. Yandaşlarının sayısı gittikçe azalıyordu ve ülkede, yavaş yavaş bütün desteğini yitiriyordu. 1869 parlamento seçimlerinde, yandaşları 4.500.000 oy topladılar, muhalifleri ise ancak bundan bir milyon eksik oy aldılar. Hoşnutsuzluk dalgasının yükselmesini hisseden, yeni bir devrimden korkan Napoléon, yığınların dikkatini, iç durumdan başka yöne çekmek için Prusya'ya karşı bir serüvenci savaşa atıldı.
19 Haziran 1870'te İmparator, Prusya'ya savaş açtı. Ordu, askerî harekata iyi hazırlanmış değildi, askerler ve subayların bir kısmı savaşmak istemiyorlardı. Fransızlar yenilgi üstüne yenilgiye uğramışlardı. 2 Eylülde, başında İmparator olmak üzere, bütün Fransız ordusu, Sedan'da tutsak düştü. Haber, Paris'e ulaştığı zaman öfkelenmiş halk yığınları sokağa döküldüler, Yasama Meclisini bastılar ve hükümeti devirdiler. Ama burjuvazi, bu hükümet darbesinden yarar sağladı, şatafatla "Ulusal Savunma Hükümeti" adı verilen yeni bir hükümet kuruldu, başına da General Trochu getirildi, işçiler de, kendi örgütlerini oluşturmaya başladılar, bu örgütlerin temsilcileri, Enternasyonalin Paris şubelerinin lokallerinde toplandılar ve bu toplantılarda merkezî bir komitenin yönetimi altında, Paris'in yirmi yönetim bölgesinde genel güvenlik komiteleri kurmaya karar verdiler. Merkez Komitesi, Paris'in savunmasını örgütlendirmeyi hükümete vaadetti, ve aynı zamanda kendi çalışma programını sundu: halkın yığın halinde silahlandırılması, polisin dağıtılması, derhal komün seçimlerinin yapılması.
O çağda, herkes, Komünü değişik biçimlerde düşünüyordu: (sayfa 105) bazıları, bunun, Paris'in kendi-kendini yöneten bir belediye organı olacağını sanıyordu; bazıları, Komüne daha büyük bir önem veriyor ve onu bütün ülkeyi kaplayan yeni bir iktidar organı gibi görüyordu. Hükümet, Paris'in devrimci işçilerine, seçimle gelmiş kendi iktidar organlarına sahip olma olanağını vermemek gerektiğini gözönünde bulunduruyor, her çareye başvurarak Komün seçimlerine karşı çıkıyordu. Bununla birlikte, yönetim bölgelerinde, bir ulusal muhafız örgütü kurulmasına yetki verdi. Halk, "yurdun savunması" parolasına hemen karşılık verdi ve Paris'in yirmi yönetim bölgesinde kurulan ulusal muhafız taburlarında görev almaya başladı. Bu şekilde işçiler silah sağladılar, ve ulusal muhafız taburlarının sayısı, hükümetin tahminlerini pek çok aştı.
18 Eylülde, Prusya ordusu, Paris'e yaklaştı ve Paris'i kuşattı. İşçiler tahkimatlar üzerinde yiğitçe savaşıyorlardı. Bununla birlikte, hükümetin, onların silah yapımını artırmak, kiraları, fiyatları düşürmek, iaşeyi düzeltmek vb. yolundaki isteklerini yerine getirmek istemediğini görüyorlardı. İşçiler hükümetin, Komün seçimlerinin hazırlanmasına, istemeye istemeye razı olduğunu ve ülkeye ihanet ettiğini anlıyorlardı. Bu durum, 30-31 Ekimde, Metz kalesi gibi büyük bir ordunun savunduğu birinci sınıf bir yapının teslimi sırasında iyice belli oldu. Bir işçi gösterisi, isteklerini sunmak üzere, hükümetin toplandığı binaya doğru yöneldi. Ama bu, kendiliğinden ortaya çıkan bir gösteriydi ve hükümet bunu çabucak bastırdı ve gösteriye katılanların çoğunu tutukladı.
Proletaryanın eylemi, hükümetin siyasetinde değişiklik yapmadı: Trochu, istediği gibi davranmakta serbest olmak ve devrimci proletaryaya karşı durabilmek için en kısa zamanda Almanlarla anlaşmaya çalıştı. Cephede, yenilgiye mahkûm kışkırtıcı bir saldırıya girişti, sonra. Ocak 1871'de Alman komutanları ile karşılaşmak üzere acele Versailles'a hareket etti. Almanlar, büyük bir savaş tazminatı, Alsace ve Lorraine'in Almanya'ya bırakılması ve hemen Millet Meclisi seçimlerinin yapılması isteklerini ileri sürdüler (sayfa 106).
Seçim hazırlıkları başladığı zaman, Paris işçilerine karşı bütün Fransız basınında bir karaçalma kampanyası ortaya atıldı. Seçimlerde İmparatorluğun eski yönetim usulü kullanıldı. Böylelikle de Millet Meclisinin bileşimi, gerici bir nitelikte oldu. 17 Şubatta, Thiers, hükümetin başına geçti. 26 Şubatta Almanlarla barış antlaşmasını imzaladı. Almanların koşullarına uygun olarak, Alman birlikleri, Paris'in bazı mahallelerini işgal ediyor ve savaş tazminatının bir bölümünün ödenmesine değin burada kalıyordu.

PARİS'TE İKTİDAR İŞÇİLERİN ELİNE GEÇİYOR


Parisli işçiler, en başta da ulusal muhafızlar, durumu öğrendikleri zaman, Almanların işgal edecekleri bölgelerdeki topları işçi mahallelerine geçirmeye karar verdiler. O sıralarda, ulusal muhafızlar iyi örgütlenmişti, Merkez Komitesi vardı, ve bir ulusal muhafız federasyonu kurulmuştu. 18 Martta, Thiers kendisine sadık kalan birliklerin yardımıyla, topları, ulusal muhafızların elinden almaya kalkışınca, işçiler sokağa çıktılar ve karşı koydular. Pratik olarak, iktidarı, ulusal muhafızların merkez komitesi elinde tutuyordu. 18 Martı 19 Marta bağlayan gece, ulusal muhafız merkez komitesi, hükümetin muhalefetine karşın. Komün için seçim yapılmasına karar verdi. Bu, yeni bir iktidar, proletaryanın iktidarı demekti.
Ulusal muhafız merkez komitesi, programını hazırladı: Komün (belediye) seçimleri, öteki kentlerin belediyeleri ile bağ kurma, bütün görevlilerin seçimle gelmesi, polisin ve burjuvaziye bağlı düzenli ordunun dağıtılması, mesleki eğitim, ücretli emeğin ve yoksulluğun tasfiyesi. 28 Martta seçilen Komün, bu programı uygulamaya başladı.
Seçmenlerin aşağı yukarı yarısı seçimlere katıldılar. Bu, yeni iktidarın sınıf niteliğine tanıklık ediyordu: burjuva mahalleleri seçimleri boykot ederken, işçi mahalleleri büyük bir eylem örneği gösteriyorlardı. 86 kişi seçildi, ama bunların arasından bir bölümü seçildikleri görevi üzerlerine almayı (sayfa 107) reddettiler. Komünde 28 işçi, 8 memur, 29 çeşitli meslek temsilcisi (gazeteci vb.) oturuma katılıyordu; 21 kişi blankiciydi, (siyasal iktidarın, en bilinçli işçiler tarafından, işçi yığınlarına çağrıda bulunmaksızın, ele geçirilmesinden yana), 20 kişide küçük-burjuva iktisatçısı Proudhon'un yandaşı.

KOMÜN TARAFINDAN ALINAN ÖNLEMLER


İktidarı eline geçirdikten sonra Komün, eski burjuva devlet makinesini yıktı, onun yerine kendi iktidar organlarını koydu. Polis dağıtıldı, bakanlıkların yerini komisyonlar aldı, silahlı halkı temsil eden ulusal muhafızlar, sürekli ordunun yerine geçti. Komün, bir dizi toplumsal önlem de aldı: patronları tarafından terkedilen işyerleri işçilere bırakıldı, fırıncıların gece çalışmaları yasaklandı, görevliler kalifiye işçi gibi ücret alıyorlardı, boş konutlar en çok gereksinmesi olan ailelerin emrine veriliyordu vb..
Thiers, Paris'te doğmuş olan yeni hükümeti devirmek üzere önlemler almakta pek ivedi davrandı. Hükümete sadık kalmış olan bütün birlikleri ve bütün görevlileri Paris'ten Versailles'a çağırdı ve Alman şansölyesi Bismarck'tan Versailles'daki birliklerin sayısını artırmak yetkisini elde etti.
Versailles hazırlıklarını öğrenen Komün, Fransa'nın hainlerine karşı savaşa girmeye karar verdi. Ama çok geç kalınmıştı: Versailles birlikleri takviye edilmiş oldukları için, ulusal muhafızların 2-4 Nisan saldırısı püskürtüldü. 6 Nisanda, Versailles ordusunun toplanması tamamlanmıştı. Komünden hiç haberi olmayan eski Fransız savaş tutsaklarını ve düzenli ordunun birçok taşra taburlarını bu orduya kattılar. Çok sayıda topçu ve atlı kuvvetler getirildi. Thiers, saldırıya geçti.
Paris'in direnişi, Komünün düşüş tarihi 28 Mayıs 1871'e değin sürdü. (sayfa 108)

PARİS KOMÜNÜNÜN YENİLGİSİNİN NEDENLERİ


Komünün yenilgisinin başlıca nedenlerinden biri, o çağda, koşulların proletarya devrimi için henüz olgunlaşmamış olmasında aranmalıdır; kapitalizm, evrimine devam ediyordu; işçi sınıfı, iktidarı ele almaya henüz hazır değildi. Paris Komünü, sosyalizmi kurmak parolasını bile ortaya atmamıştı. İşçi sınıfının başında, yeni iktidarın kuruluşunun esas sorunlarının pek çoğu hakkında, aralarında bir görüş birliğine varmamış olan çeşitli partilerin temsilcileri bulunuyordu. Böylece, prudoncular, özellikle iktisadi sorunlarla ilgileniyor, merkezî bir proleter devlet gücü oluşturmayı gereksiz buluyorlardı. Blankiciler, yığınların örgütlenmesine ve onların iktisadi gereksinmelerine fazla önem vermiyorlardı. Birlik halinde bir proletarya partisinin bulunmayışı. Komünün başarısızlığının en önemli nedenlerinden biri oldu. Komünün ileri gelen kişileri arasında, hiç biri, Marx ve Engels öğretisini derinliğine anlamıyordu, toplumun evrimi ve sınıf savaşımı yasalarına göre yollarını saptayamıyorlardı, birçoğu ise birbirine karşıt olan sınıflar arasında "işbirliği"ni övüyorlardı.
Komün, köylülük ile bir birlik kurmayı bilemedi. Yanılgıları, düşüşünü hızlandırdı. Ulusal muhafız merkez komitesi, hasımlarını ezmeden önce seçimlere gitmekte ivedi davranmıştı, Paris birliklerinin hareket etmelerine izin verdi, tam bir kargaşalık hüküm sürdüğü anda, Versailles üzerine yürümedi. Komün, Fransa Bankasını kamulaştırmadı, bu yüzden de maddi bakımdan çok güç bir duruma düştü, taşra ile sağlam bağlar kurmadı ve tarım sorunuyla ilgilenmedi. Komün, burjuvazinin karşısında yalnız kalmıştı.

PARİS KOMÜNÜNÜN TARİHSEL ÖNEMİ


Komün, proletaryanın siyasal iktidarı ilk ele geçirmeye kalkışması olarak, proletarya diktatörlüğünün kuruluşunun ilk deneyimi olarak, insanların anısında yaşayacak. İnsanlığı, (sayfa 109) insanın insan tarafından sömürüsünden kurtarmaya canatan çağımızın en iyi devrimcileri, Komün deneyimini özümlemişlerdir. Onun sonuçlarını tahlil ederken, Marx, Paris Komününün, proletarya devrimi sırasında burjuva devlet makinesini yıkmayı ve yerine kaçınılmaz olarak, bir komünist partisinin önderliğinde proletarya diktatörlüğünü koymayı gösterdiğini ve onun deneyimi sayesinde, gelecekte, proletarya devriminin başarı sağlayacağını söylüyordu.
Paris Komünü, 19. yüzyıl işçi sınıfı savaşımının en yüksek noktası oldu. (sayfa 110)
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol